Nakşi
Tarikatını Hoca Bakibillah kuddise sırruhu’dan alması hakkındadır:
İmamı Rabbani kuddise sırrahu, zikredilen
kemalatlarla birlikte yine de manevi susuzluk içinde olup Nakşi yolunu
arzulardı. Bu yol hakkında yazılmış bazı risaleleri mütalaa etmişti. Bu yolun
büyüklerinden biriyle karşılaşmayı çok arzu ederdi. Babası vefat edince, bir sene
sonra evinden çıktı, hac vazifesini eda etmek için yola koyuldu. Hind
beldelerinden Dehli’ye girince, bazı arkadaşlarının delaletiyle Şeyh Muhammed
Bakibil-lah kuddise sırrahu’nun sohbetine kavuştu. Ezeli cezbelerle onu çekip
ebedi devlete onu delalet etti.
Kalbinde
beliren hac yolculuğunu erteleyip orda kaldı, iki gün sonra Bakibillah’a beyat
etti, sohbetine daim oldu.
Şu
beyitleri terennüm etti:
Ey
Temennim! haccım ve umrem senin içindir.
Milletin
haccı toprak ve taşlaradır.
Yüce
kabiliyyeti gereğince talebte bulundu, ‘keşke-belki’ gibi sözlerle oyalanmayıp
hiçbir inceliği yitirmedi.
Şeyhi
onda kabiliyyetin kemalini ve üstün fıtratı farketti, hatta ken-disine müjdelenen
bütün vasıfları onda müşahede etti, bu kemalatların ve daha fazlasının sahibi
olarak müjdelenen şahsın o olduğuna kesin karar verdi. Onun hakkında bütün
inayetini sarfetti, her türlü iltifatı ona bezletti. Allahu subhanehu’nun
yardımıyla cezbesinin kuvvetiyle onu en son hadde ki kemalatlara ulaştırdı.
Kısa
müddet içinde başkalarında hasıl olmayan derecede büyük kemalatlar İmamı
Rabbani’de zuhur etmeye başladı, öyleki bunların onda biri başkaları için uzun
senelerde hasıl olmaz.
Bu hal
üzerinden iki ay ve birkaç gün geçtikten sonra, şeyhi ona tam icazet verdi.
Vatanına dönmesiyle ona emretti, umumun kalblerine feyiz-leri akıtmasını ona
tenbihledi. Pek çok mürüdinin terbiyesini İmamı Rabba ni’ye havale etti. Onları
da yanına katarak hepsini vatanı olan Serhend’e gönderdi.
Vatanına
gelince irşad postuna oturdu, taliplerin hidayetine ve müridlerin terbiyesine,
ifade ve irşatta kamil neşe ile başladı.
Kısa
zamanda etrafında çok kimseler toplandı, kemalatı ve kuvvetli feyzi her tarafta
yayıldı, alimler, fazıl kimseler, idarecilerden pek çokları etrafına birikmeye
başladı.
Kendisi Şeriatı
Muhammediyye’nin ihyasında son derece gayretli idi. Bütün arkadaşlarını da Sünneti
Nebevi’ye temessük/yapışmak ile emreder di, sünnetin ihyasını ve onunla amel
edilmesini, çirkin bid’atlardan sakınılmasını son derece dikkatle tenbihlerdi.
Vaktinin
idarecilerini, sayısız mektuplarıyla dinin ihyasina ve sünnete ittibaya teşvik
ederdi. Öyleki Hind beldesinin her tarafı bu nurla aydınlan-dı. Şeriatı
Muhammediyye, inkıraza uğradıktan sonra bu sebeble tekrar dosdoğru ve düzgün
şekilde tatbik edilmeye başlandı. Kendisi ve daha sonra evlat ve ahfadı/torunları
da aynı yol üzere devamla şeriatı ve tarikatı her tarafa ulaştırdı. Öyleki onun
feyzi ve bereketiyle nurlanmayan belde kalmadı, hatta zamanımızda bile onun
halifelerinin halifeleri sayesinde aynı usul üzere devam edilmektedir.
ذَلِكَ فَضْلُ اللهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Bu, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine
verir. Allah büyük fazıl sahibidir.”
Bilmek
gerek ki, her peygamber ve Allah dostlarının hayatlarında sıkıntılar, belalar
ve düşmanların eziyetleri çok fazla olmuştur. İmamı Rabbani kuddise sırrahu
hakkında da durum böyle olmuştur. Vaktinin sul-tanlarının zulmünden, sabırla ve
sünneti seniyyeye devamla kurtulmuş ve mahfuz olmuştur. Öyleki, evvelki
düşmanları önünde pişman olup tevbe ederek kendisine intisab etmiştir. Bu durum
Allahın adeti olup bütün dost-ları hakkında devam edip gelmektedir.