DİYALOĞUN GELDİĞİ
SAFHA - MÜSLÜMAN İSEVİLERİ
Diyalog meselesini ele aldığımızda
bazı kardeşler hemen tepki gösteriyor, tenkitlerden rahatsız oluyorlar. Şayet
sözlerimizde haklı değilsek zorlanmalarına gerek yok. Haklı isek o halde
hallerini düzeltmelerini beklemek te bizim hakkımızdır, zira kimsenin zararına
razı olmamız düşünülemez. Biz islam kardeşiliği çerçevesinde ikazlarımıza devam
edelim, nasibi olan hisesini alır, hatamız varsa usulüne göre uyarılarınızı
dinleriz.
Aşağıya aldığımız birkaç satır yazı,
diyalog ile meşgul olan –genç adam sitesinden- alınmıştır. Yazı, E. Şimşek
tarafından yazılan “Hz.İsa'nın (as) nuzülü ve Peygamberimiz'e (sav) ümmet
olma keyfiyeti” başlıklı yazının son
kısımlarındadır. İsa a.s ın inişi anlatılırken bedenen inişi zikredilmiş ama,
daha genel olarak şahsı manevi (mana itibarıyla isa’nın a.s. ihtiva ettiği
konum) dikkate alınması tavsiye edilmiştir. Bu açıklamalarına da Bediuzzaman’ın
risalelerinden deliller getirmiştir. Onların tafsilatını bir tarafa bırakalım
da zikredeceğimiz bir bölüme dikkatinizi çekelim:
<<<Hz.İsa’nın (a.s.) hakikî
dini ile İslâm hakikatlerini bir araya getirmeye çalışacak olan bu topluluğa
Bediüzzaman, “Müslüman İsevîleri” unvanını vermiştir. (Genç Adam
Sitesinden)>>>
Burda zikredilen önemli iki husus
var, biri isevilikle islamı birleştirmeye çalışmak, diğeri bu hizmeti yapanlara
–müslüman isevi- ismini vermek. Yazımız, bu iki konunun etrafında olacaktır.
1. Husus: İsa’nın a.s. dini
hakikisi: Yani asıl
ilk gelen hıristiyanlık demekse, bunda kimsenin itirazı ve tartışma yapması söz
konusu değildir, zira İsa. a.s. da Allahu teala’nın seçkin ulu-l azim bir
peygamberidir. Onun da dininde, sadece Allaha kulluk, namaz, zekat ve diğer
genel hükümler vardı.
Eğer şu sözden bu zamandaki
hıristiyanların bir kısmının yaşadığı mezheb ve ekol kasdediliyorsa, bunun
hakiki isevilik olduğunu kim, nasıl iddia edebilir? Bu iddianın bir ipucunu da
bize göstersinler de biz de onlara uygun şekilde davranalım.
Kur’an’da bulunan ehli kitaba hitab
eden ayetleri bu maksatlarına göre tevil etmelerini de asla kabul edemeyiz,
zira bütün makbul ehli sünnet tefsirlerin verdiği manalar varken ve ehli
kitabın asıl dinlerini bozmuş olduğu açıkça beyan edilmişken, kimse onların
asli isevilikte olduğunu iddia edemez.
Daha ilk sure olan Fatiha’da her iki
kitab ehli –gazab edilenler ve dalalette olanlar- diye vasıflanmıştır.
Bu ifadeler, onların hakiki bir din üzere olmadıklarını açıkça beyan eder.
“Allah katında din ancak islamdır” ayeti de sadece makbul dinin islam
olduğunu, diğerlerinin batıllar olduğunu bildiriyor.
“Allah, Meryem oğlu Mesih –İsa- dir
diyenler, muhakkak küfretti” ayetine ne demeli; onların kafir
olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Diğer bazı ayetlerde ise onların
müşrik olduğu da zikredilmiştir. “Allah üçün üçüncüsüdür, dediler…” bu ayeti kerime, tek ilah inancında
olmadıklarını bildirerek şirkte olduklarını beyan eder.
Ehli kitabın içinde kibirlenmeyen
rahib ve keşişlerin olduğunu bildiren ayeti kerimeye bakarsak;
“Hepsi
bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece
saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.
Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar;
iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar
iyi insanlardandır.” (Ali İmran: 113-114)
Bunlar
da ayetin beyan ettiği gibi müslüman olan bir topluluktur. Abdullah ibni Selam r.a.
ve arkadaşları bunlardandır. Bu ayeti
kerimeler Taberi Tefsirinde, müslüman olup hallerini düzelten yahudilerden olan
bir cemaat hakkında nazil olduğu zikredilmiştir.
İbni
Kesir Tefsirinde, bunların ehli kitabın alimleri olan Abdullah ibni Selam, Esed
ibni Useyd, Sa’lebe ibni Sa’yeh, Useyd ibni Sa’yeh ve dieğrleridir. Bunlar ehli
kitabın diğerlerine eşit değillerdir.
Bağavi Tefsirinde
derki; Abdullah ibni Abbas r.anhuma ve Mukatil şöyle demişlerdir: Abdullah ibni
Selam ve arkadaşları müslüman olunca, yahudiler “en şerlilerimizden başkası Muhammedin
dinine iman etmez, şayet öyle olmasaydılar babalarının dinini terk etmezlerdi” dediler. Bunun üzerine ayeti kerime
inerek Müslüman olanların, diğerleri gibi olmadığını beyan etti.
Ayrıca Beğavi
Tefsirinde bunların, Necran’dan kırk kişi, Habeş’ten otuz iki kişi, Rum’lardan
sekiz kişi olup hıristiyanlıktan islama geçtiklerini beyan ediyor. Ayrıca Ensar’dan olup henüz Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem gelmeden evvel Hanif dini üzere yaşayan, yıkanıp cünüplükten
gusleden, tevhid itikadı üzere olan Es’ad ibni Zürare, Bera’ ibni Ma’rur, Muhammed ibni Seleme, Muhammed ibni Mesleme, Ebu Kays, Sarmetubnu
Enes gibileridir.
Habeşistan kralı
Necaşi’nin müslüman olmasından bahseden ayetlerde, “Onların içinde keşişler ve ruhbanlar olduğu ve
kibirlenmedikleri…”
bildirilmiştir. Maide suresinin şu 82 ayetin de Necaşi’nin kibirlenmeden hemen
Muhammed aleyhisselamı ve dinini tasdik ettiği beyan edilmiştir. Tefsiri İbni
hatim’de bunların Necaşi’nin medine’ye gönderdiği yetmiş kişi olduğu
bildiriliyor. Huzuru Nebevi’ye girince onlara Yasin suresini okumuş, surenin
sonuna gelince ağlamaya başlamışlar ve hak olduğunu bilerek iman etmişlerdir.
Bunun üzerine Maide Suresinin 82. ayeti onların hallerini bildirmiştir.
Hazin tefsirinde şöyle
der: Şu ayetlerden (Maide 82) bütün hıristiyanlar kasdedilmez, belki onların
ekserisi müslümanlara düşmandır. Bilakis onlardan Necaşi gibi iman edenler
kasdedilmiştir. Bunlarda ilim ve zühd ehli olduğundan kibirli olmazlar ve
islamı Kur’an ayetlerini işittiklerinde hemen kabul ederler.
Tefsiri Sa’di’de bu
ayetin tefsirinde şu açıklama var:
<Bu sebeble
hıristiyanlar, İsa aleyhisselamın şeriatı üzere devam ettiklerinde müslümanlara
karşı daha yumuşak kalbli olurlar.> Zaten Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem geldikten sonra İsa aleyhisselamın şeiratı kalkmış olup o hal üzere
yaşayan bir topluluğun bulunacağına dair bir haber varid olmamıştır. Asrı
saadetten bu zamana kadar ehli kitab, bile bile islama karşı çıkmış,
Peygamberimizi hafife almışlar, Kur’anla alay etmişler ve devamlı olarak islama
karşı kötü propaganda yaparak halklarını kendi dinlerinde tutmayı
başarmışlardır.
O halde, iseviliğin
yani hıristiyanlığın dini hakikisi diye bir şeyin mevcudiyyeti asla mümkün
değildir, zira hakiki iseviler hemen müslüman olmuşlar ve islam saflarında
yerlerini almışlardır. Fert olarak gizli müslüman olanları biz zahiren
bilemeyiz, onların hali Allah ile kendi aralarındadır. Biz zahire baktığımızda
bütün ehli kitabın bir millet olarak islama saldırdığını, islamı yozlaştırarak
ılımlı islam, modern islam, laik müaslüman gibi tabirlerle imanımızı sarsmaya
ve sonunda bizi imanımızdan mahrum etmeye çalışmaktadırlar ve bunda da çok
fazla başarılı olmuşlardır.
Şu zikrettiğimiz
ayetler ve tefsirleri, hali hazırda iseviliğin hakikisini yaşayan bir
topluluğun var olduğunu beyan etmemektedir. Biri çıkıp bu zaman
hıristiyanlarının hakiki isevi olduğunu iddia ederse, onun cumhur alimlerimize
muhalif olan görüşünü kabul etmemiz asla mümkün olamaz. Hakkında evvelki
ulemanın kati hüküm verdiği hususlarda sonra gelenlerin görüş ve yorumları
geçersizdir.
İseviliğin hakikisi
kalmayınca, islamın hakikisini onunla birleştirmeye kim cesaret edebilirki. Bu
yeni bir din midir? Yeni bir mezheb midir? Sonra, islamın hakikisi nedir? Bu
hakikat, sedece iman şartlarımı veya islam şartlarımıdır? İslamın bazı şeyleri
ile İseviliğin bazı şeylerini birleştirerek iki hakikatı birleştirdik demek ne
kadar tutarlı olur, kim bunu kabul eder. Allah katında bunun ne değeri olacak?
Din veda haccında beyan edildiği gibi “Bu
gün sizin için dininizi tamamladım, üzerinize nimetimi tamam ettim, sizden din
olarak islamdan razı oldum.” ayetiyle tamam olan mükemmel bir dinin, başkalarından medet
beklercesine muhtaçmış gibi bir halde, onlarla birleşerek başarıya ulaşacağı
gibi bir düşünce, tam olan bir din mensubuna yakışır mı?
Bu söz, ırkçıların –türk
islam sentezi- sözüne de benzemekte, sanki islamın türklüğe ihtiyacı varmış ta
veya türkler islamı tamamlamış ta, islam o sayede kemale ermiş gibi bir vehim
asla ehli sünnet kamil mü’minlere yakışmaz, fayda getirmez.
2. Husus: Müslüman İsevileri: Bu tabiri Bediuzzaman kullanmışsa,
acaba kimler hakkında kullanmış? Veya İsevi
müslümanlar mı demiş!
Bu iki söz arasında fark vardır. İseviler içinde kalmış olup islamını
gizleyenlerin, gizli müslümanların varlığı malumdur ve onların hükmü Allaha
kalmıştır. Mutlaka ordan çıkıp islamı yaşayacakları bir ortama kavuşmaları
onlar üzerine vacibtir.
Eğer şu söz –müslüman iseviler- diye kullanılmışsa, üzülerek ifade edelim ki bu söz ehli
sünnete muhaliftir, asla bir müslüman için kullanılamaz, zira Allahu teala
Kur’anında bizleri nasıl isimlendirdiğini şöyle beyan ediyor:
“O (Allah), sizleri bundan evvel ve şu
kitabta müslüman diye isimlendirmiştir.” (Hac:
78)
Bize islam ismi yeterli
iken ilave olarak İsevi, Musevi gibi başka inanç ifade eden kelimelerin
katılması, asla makbul olmaz, kitablarımızda asla mevcut olmayan bu sözün
kullanımı, en azından bid’at olmaktan kurtulamaz.
İsa a.s. geldiği
zamanda bile, müslüman olarak, islam halifesi olarak isimlendirileceğine göre,
başka bir müslümanın İsevi diye isimlendirilmesi hangi hükme sokulacak, böyle
kimseler ölünce hangi dinin hükmüne göre kefenlenip cenaze işlemi yapılacak,
bunların nufus kağıdına ne yazılacak? İslam mı İsevi mi? Bunlar fıkıhta geçen
–hunsayı müşkil- gibi mi olacak? Dini müşkil kimselermi olacaklar? Daha
nice yanlışların kapısını açmayalım, cahilleri kaydırmayalım. Ahır zaman
fitnecisi ilahiyyatçıların işi gibi milleti dinden imandan etmeyelim. Ehli
sünnet vel cemaat olalım ve öyle kalalım.