RESULULLAH’IN -sallallahu
aleyhi ve sellem- İCTİHADI
Diyanet
işleri yayınlarından birinde, aşağıdaki alıntılarda görüleceği gibi, Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem in bazı konulardaki ictihadı zikredilmiş. Önce
yazıyı okuyalım:
<<<"Ana
Konulara Yeni Yaklaşımlar" alt başlığı isimli kitapta Sünnet'in ele
alındığı bölümün (67) yazarı, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Kur'an'da olmayan hükümler
koyduğunu belirtmiş: "Hz. Peygamber'in Kur'an'dan bağımsız hüküm
koyamayacağını ileri süren bazı bilginler varsa da, bu görüş isabetli değildir.
Çünkü evrensel bir din olan İslâm'ın kıyamete kadar canlılığını sürdürmesi,
gelişen ve değişen şartlara göre yeni hükümler verilmesiyle mümkündür. Dinin
temel ilkelerini referans alacak bu tür hükümleri vermede fakihlere, müçtehitlere
tanınan hakkın, bu dinin peygamberine tanınmaması düşünülemez. Bu yüzden İslâm
tarihinde Hz. Peygamber ve arkadaşlarından başlayarak her dönemde İslâm
bilginlerince Kur'an'da olmayan ama özü itibarıyla ona ters düşmeyen çok sayıda
hüküm verilmiştir." (70)>>>
Bu
ifadeleri okuduğunuzda aklınızda kalan şu oluyor: Efendimiz (s.a.v) Kur'an'da
bulunmayan hükümler vaz etmiş ve fakat bunu ictihad ederek yapmıştır. Üstelik
bu ictihad mahiyet ve kaynaklık değeri bakımından herhangi bir fakihin
içtihadından farklı değildir!
Konuya başlarken evvela Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellemin sözlerinin değeri hakkında Necm suresindeki ayeti
zikredelim:
Resulullah sallallahu aleyhi ve
sellem hakkında “O hevasından konuşmaz…” buyruldu. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: “Ben, gazab ve rıza halinde ancak hakkı
söylerim.” (Fethul Bari: 39 / 30)
Abdullah ibni Amr’dan r.a. rivayetle
kendisi Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem den işittiği her şeyi yazardı. Onları
muhafaza etmek isterdi. Kureyşin ileri gelenleri beni bundan men ettiler ve
‘Sen işittiğin her şeyi yazıyorsun, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de
beşerdir, gazab halinde de konuşur.’ dediler. Artık yazmaktan geri durdum. Bunu
Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme söyledim; kendisi: “Yaz, nefsim
elinde olan Allaha yemin olsun ki, benden ancak hak çıkar.” Buyurdu. (İbni
kesir: 5 / 443)
“O Kur’an, ancak –Allah
tarafından- vahyedilen bir vahiydir”
Bu ayetler, Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem için ictihada cevaz vermeyenlerin aleyhine delildir. Zannettikleri
gibi değildir. Zira ictihadı vahiyden sadır olunca, onun da vahye nisbet edilmesi
caiz olmuştur. (Zadul Meysere: 5 / 437)
Yani, O’nun ictihadları vahiy
kaynaklıdır, hata etmez. Diğer müctehidlerin
ictihadı, görüşlerinden sadır olur ve onlarda hataya ihtimal vardır.
O halde, Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellemin ictihadlarını, ümmetin müctehidlerinin ictihadından ayrımak
lazımdır.
“O Kur’an, ancak –Allah
tarafından- vahyedilen bir vahiydir”
Size Kur’andan getirdiği her şey,
hevasından ve görüşünden sadır olan söylenmiş bir şey değildir. Ancak o, Allah
tarafından kendisine bildirilen bir vahiydir. Bu ayeti kerime, peygamberler
için ictihada cevaz vermeyenler karşısında delildir. Zira Allahu teala nebiler
için ictihada izin verip onun üzerine onları kararlaştırınca, sanki vahiy gibi
oldu, hevadan söylenen söz gibi değildir. (Nesefi tefsiri: 3 / 369)
“Ey basıret sahipleri ibret alınız…” (Haşr:
2) ayetinin beyanına göre, indirilen hükümlere dayanarak
ictihad etmek, indirilen hükümle ictihad demektir, zira onun manasındadır.
Ayette bu yüzden ibret alınız buyruldu.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellemin ictihadla hükmü, Allahu tealanın ona gösterdiği şeyle hükmüdür. Onu
indirilen ayetlerle kayıtlamak, mutlak olmasına münafidir. Zira bir diğer
ayette ashabı ile, esirlerden fidye alınması hakkında meşvere etmesi
emredilmiştir. Bu da, dini bir hükümdür, zira kulların büyük maslahatlarıyla
alakalıdır. (İhkam
fi usulil Kur’an: 1 / 418)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin
ictihadında hata vakı’ olmaz. Zira nebilerin hataları, her nekadar küçük
olsalar da affedilmiştir, insanlar hakkında belli olan şeylerde zaten bu –hata-
caiz değildir. Zira insanların nebiye tabi olması lazımdır, eğer hata olsa, bu
durumda insanlar ondan nefret eder, itaat etmezler. Diğer hükümlerinin de
sıhhati hakkında şüphe oluşur. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem in ictihadı,
ümmetin müçtehidlerinin ictihadından efdaldir. (El Fusul-fil Usul: 2 / 293)
Bu açıklamalardan sonra iyice
anlaşılmıştırki, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hakkında vahiy gelmeyen
hususlarda ictihad etmiştir, ama, sıradan bir müctehid gibi değil:
“Beni Rabbim terbiye etti, edebimi
güzel yaptı.”
Terbiye edeni ve öğreteni, alemlerin
Rabbi olan bir Zat s.a.v ile, ümmetin alimlerini bir tutmak, hangi akla
hizmettir. Diyanetin bu hususlarda daha hassas olmasını bekleriz.
İlmi çalışmalar, insanlığın hidayeti
için zaruri hizmetlerdir, bunlarda indi keyfi açıklamalar, ahırette büyük
vebale götürür. Allahın kullarına dinini ve Peygamberini yanlış tanıtmak, insanların
kalbini ve kafasını karıştırıp çaresiz hale getirmek, tamiri mümkün olmayan
yarala açar, büyük yanlışlıklara sebeb olur. Bunun sorumluluğunu kim
yüklenebilir?
Zikrettiğimiz kitabın son kısmında: Aynı bölümün yazarının bir diğer
tesbiti:
<<<"...
Örneğin Hz. Peygamber (s.a.v)'in, inanç ve ibadet konularında yaptığı
açıklamalar ve uygulamalar bağlayıcı, fakat tıp, ziraat, ticaret, sanat vb.
konularda yaptığı birçok tasarruf bağlayıcı değildir." (75-6).>>>
Burda yapılan ayrımın son derece istismara
açık olduğunu bilmek lazımdır. Şöyleki; bazı kimseler, Resulullah sallallahu
aleyhi ve sellem in dinle alakalı hususlarda hüküm koymasını kabul ederler, ama
şurda zikredilen bazı dünyevi şeylerdeki uygulamalarını bağlayıcı yani tatbik
edilmesi lazım gelen hükümler olarak görmezler. (Bu zaman yeni reformcu
müctehid taslağı ilahiyyatçıların ekserisi de böyledir.)
Bunlara sormak lazım! Resulullah
sallallahu aleyhi ve sellem, dünyalık (sanat ziraat, tıb v.s. ) bir iş hakkında
ne demiştir, bunu evvela incelediniz mi?
Eğer incelemişseniz, görürsünüz ki,
o şeylerde iki husus vardır:
Birincisi:
Yapılan işin isabetli olup verimli olması, çalışanın gelirini karşılaması güzel
verim alması, sıhhat bulması gibi hususlardır. Bu hususların zaten “işi ehline
veriniz” hadisi şerifinin altına girdiği ve sanat ehli olan tecrübeli
kimselerin görüşüne tabi olmanın aklın gereği olduğu malumdur. Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem de bu hususlara müdahale etmemiştir.
İkinci husus:
Yapılan işlerin, ahkam ile insanlar ve diğer canlılar ile alakası.
Mesela: Bir hastayı tedavi eden doktor, nasıl ilaç kullanacak, hastanın neresine nasıl bakacak, neticede burdaki hükümler nasıl tahakkuk edecek? O doktor mu ilacın haram olan veya mubah olan şeyden kullanılacağına karar verecek? Hastanın bakacağı yerlerin hükmünü doktor mu verecek? Elbette hayır. Bütün bunları islam dini, fıkıh kitapları, Efendimizin -sallallahu aleyhi ve sellem- beyanına göre tasnif etmiştir.
Hadisi şerifte "Sizden birinizin yemeğine veya içeceğine sinek düşerse, onu tamamen içine batırsın, zira kanadının birinde hastalık (mikrob) vardır, diğerinde ise şifa vardır." buyurdu. O halde tıb ile ilgili şu mübarek sözünün bizler için bağlayıcı olmadığını hangi insaf sahibi söyleyebilir. Mutlaka O'nun sözlerinde ilahi bir yön olduğunu unutmamak lazımdır. Diğer insanlar gibi düşük seviyeye indirenler artık kendileri hangi seviyesizliğe indiklerini hesap etsinler.
Ayrıca,Mesela: Tüccar, satış muamelelerinde
hangi hükümlere göre davranacak? Maddecilerin çizdiği kurallara göre mi, piyasa
böyledir bankasız ticaret olmaz mı diyecekler, yoksa Efendimizin -sallallahu
aleyhi ve sellem- beyan ettiği hükümlere göre mi ticaretlerini tanzim edecekler?
Mesela: Ziraatla uğraşan bir çiftçi,
mahsulünü selem satışıyla satarsa, alıcı ile nasıl anlaşacak? Hükümleri nedir,
hangi durumlarda caiz olur?
Demekki, yazarın bahsettiği konular
son derece muğlak olup istismara açıktır. Zaten bu zaman ılımlı müslümanları,
her şeyin kolayına kaçıp nerdeyse ibahiye mezhebi gibi bütün işleri kendilerine
mübah görecekler. İnsanların bu suistimaline fırsat vermek, ne büyük vebali
gerektirir bir anlaşılsa!
“Resul size neyi getirdiyse onu
alın, hangi şeyden yasakladıysa onu bırakın” ayetini
unutmamalı.
Resulullah sallallahu aleyhi ve
sellemin, bütün işlerde örnek olduğunu, farz, vacib, sünnet, müstehab, edeb
demeden, ayrım yapmadan uygulamak lazım ki, şeytan ve şeytanilerin fitnesine
düşülmesin.
“Kablarınızın üzerini örtün, bir şey
bulamazsanız bir odun parçasını üzerine koyun, işlerde sağ taraftan başlayın,
yemekte önünüzden yeyin, yoldan eziyet veren şeyi kaldırın, kardeşinize
tebessüm edin, selamı yayın, yemek yedirin, hediyeleşin, bizi aldatan bizden
değildir, haramda şifa yoktur, misvak kullanın, oruç tutun sıhhat bulursunuz,
işçinin hakkını alın teri kurumadan verin, kıbleye doğru idrar dökünmeyin,
kıbleye doğru tükürmeyin, kardeşinizin alış-verişi üzerine pazarlık yapmayın” buyuran
yüce peygamberin sözlerinden hangisini ayırıp -tatbik edilmesine gerek yok-
diyeceksiniz? Hangisine -bu zamanda lazım değil- diyeceksiniz? Bu ayrımı nasıl
yapacaksınız? Kimden yetki aldınız? Kim adına bu işi yapacaksınız? Daha pek çok
soru, henüz dünyada iken karşınıza çıkıyor, ya ahırette !!!
< Önceki | Sonraki > |
---|