METİN
Şeyh Kâsım'ın «Tashih» namını verdiği kitabında söylediklerinin hasılı şudur ki, müftü ile kadı arasında fark yoktur.
Ancak, müftü hükmü haber verir, kadı ise onu ilzam eder. Mercuh, yani
terkedilmiş bir kaville hüküm ve fetva vermek cehalettir, icmaa
muhalefettir. Müleffek hüküm, bi'l-icma batıldır.
Bir müçtehidi amelde taklid ettikten sonra rücû etmek, bilittifak
batıldır. Mezhepte muhtar olan budur. Hilâf, müçtehid olan kadıya
mahsustur. Mukallide gelince; onun, mezhebi hilafına hüküm vermesi asla
nafiz/geçerli değildir. «el-Künye» nam kitapta da böyledir.
Ben derim ki: Bilhassa bizim zamanımızda katiyyen nafiz olamaz. Çünkü
Sultan, zayıf kavillerle hüküm vermekten nehyettiğini fermanında
hasseten bildirmiştir. Şu halde,
mezhebi hilâfına nasıl hüküm verebilir? Böylesi, mezhebinden olup kendisine itimad etmeyene nisbetle mazu -l/az'edilmiş sayılır. Binaenaleyh, onun hakkındaki hükmü nafiz olmaz, bozulur. Nitekim «el-Fetih», Kel-Bahr» ve «en-Nehir» gibi kitapların kaza bahis lerinda yeterince izah edilmiştir.
İZAH:
Müftü ile
kadı arasında fark olmaması, ikisinin de kendi arzularına göre amel
etmelerinin câiz olmamasına göredir. Gerçi, müftü muhbir, kadı
mülzimdir. Fakat, yine her hadisede ulemanın tercih ettiklerine tâbi
olmaları gerekir, yoksa aralarında her cihetten fark yok demek değildir.
Mercuh, yani terkedilen kaville hüküm ve fetva vermek caiz olmadığı gibi, fetvâyı verenin kendisi dahi amel edemez.
Allâme Şurunbulâlî «el-lkdü'l-Ferid» adını verdiği risalesinde şöyle
diyor: Şafiî'nin mezhebi muktazası Subkî'nin de dediği gibi mercuh
kaville hüküm ve fetvâ vermek memnudur. Fakat, fetvâyı verenin kendi
ameli memnu değildir. Hanefiyye'nin mezhebi ise fetvâ verene, daha
mercuh kaville amel memnudur. Çünkü, mercuh kavil neshedilmiştir. Bu,
bellenmelidir.
«Bîrî» bunu, nassların mânâsını anlayacak fikri, re'yi olmayan âmmi ile
kayıtlayarak şöyle demiştir: Acaba, bir insanın zayıf rivayetle kendi
nefsi hakkında ameli caiz midir? Evet, fikir ve re'y sahibi ise
caizdir.
Fakat, avamdan
olursa, cevabın ne olacağını görmedim. Lâkin, musannıfın fikir sahibi
olmakla takyîd etmesine bakılırsa avamdan olan kimseye bu caiz
değildir. «Hızânetü'r-Rivâyât»da, nâss ve hadislerin mânâsını bilen
âlim, dirâyet ehlin den de olursa o rivâyetle amel etmesi caiz olur,
velev ki mezhebine muhalif olsun, deniliyor. Ben derim ki: Bunlar,
zaruret olmayan yerlere mahsustur.
«el-Bahr» sahibi, hayız kanlarının renklerinden bahsederken zayıf
kaviller zikretmiş, sonra şöyle demiştir: «Mi'rac-i Diraye» de
Fahrü'l-eimme'den naklen; bir müftü bu zayıf kavillerden biriyle
zaruret hâlinde fetvâ verse ve bununla kolaylık göster meyi istese iyi
olur, deniliyor. Keza, İmam Ebû Yûsuf'un; menî, şehvet kesildikten
sonra çıkarsa guslü icap etmez sözü zayıftır. Ama, ulema yolcunun ve
şübheden korkan misafirin bu kaville amel etmesini caiz görmüşlerdir.
Nitekim yerinde görülecektir. Bunlar, zaruret yerleridir.
< Önceki | Sonraki > |
---|