NEFSİNİ BİLEN RABBİSİNİ BİLİR HADİSİ ŞERİFİ
Sofiyye kitablarında çokca zikredilen rivayetlerden biri de “Nefsini bilen Rabbisini bilir” lafzıdır. Bunun hadisi şerif olup olmaması hakkında bir takım rivayetler vardır. Biz araştırdığımız pek çok eserden, netice olarak genel kanaatin hadisi şerif olduğu sonucuna vardık. Her nekadar bazi alimler bu lafzın mevzu veya aslı olmadığını söylemişlerse de, şimdi aktaracağımız eserlerin sahipleri bunun hadisi şerif olduğuna itibar etmişler ve böylece tasavvuf eserlerine nakledilmiş oldu. O halde hakkında ihtilaf olan şey, en azında sağlam bir kaynağa dayanma ihtimalini taşıdığından direk olarak inkar edilemez. Uygun bir mana ile yorumlanıp, faziletliamellerde, güzel anlayışlarda delil yapılabilir.
قال
صلى الله عليه وسلم « من عرف نفسه فقد عرف ربه »
Bağavi
Tefsiri: c: 1 sah: 153
Hadisi
şerifte şöyle geldi: “Kim nefsini bilrse, Rabbisini bilir.”
Haberlerde
(rivayetlerde) şöyle geldi: Allahu teala
Davud a.s. vahyetti; Nefsini bil, beni bilirsin.
Davud
a.s. dedi: Ya Rabbi! Nefsimi nasıl bileyim? Seni nasıl bileyim?
Allahu
teala ona vahyetti: “nefsini zafiyetle, acizlikle, fani olmakla bil, beni de
kuvvetle, kudretle ve beka ile bil.”
Alusi
Tefsiri: c: 1, sah: 53
Zariyat
20-12. ayetlerin tefsiri: Bilakis nefsini bilen, Rabbisini bilir.
152.
sayfada:
Bu,
şu sözde kasdedilen ruh tur: “nefsini bilen, Rabbisini bilir” Nefsi
natıka diye isimlendirilir.
Cilt:
10, sayfa: 15 te:
Bu
sebeble denildi: “nefsini bilen, Rabbisini bilir” Allahu teala ve
tebareke, Âdem’e secde edilmesini tesviyesine ve ona ruh üfürülmesine bağladı. Zira
isimler ve sıfatların nurları, Zat’ın tenzih yücelikleri işte o zamanda açığa
çıktı. Vaktaki iş tamam olunca, nüsha tamam olunca, Hak’kın nurları zahir oldu,
esrar satırları okundu ve (melekler) kendilerini küçük gördüler. “Bütün
melekler secde ettiler.”
Razi
Tefsiri: c:1, sah: 82
Şu
kavli şerifi Nebevi kelimelerdendir: “nefsini bilen, Rabbisini bilir”
Mana:
Nefsini zafiyetle, kusurla bilen, bilirki Rabbisi her
şeye kadirdir. Nefsini cehaletle bilen, Rabbisini fazıl ve adaletli bilir.
Nefisin halin değişikliği ile bilen, Rabbisinin kemal ve celalini bilir.
C:5,
sah: 11 de:
Aleyhissalatu
ves-selamın kavli: “nefsini bilen, Rabbisini bilir”
Mana:
Nefsini hudus ile bilen,Rabbisini kıdem ile bilir.
Nefsini imkan ile bilen, Rabbisini vucubla bilir. Nefsini ihtiyaçla bilen,
Rabbisini istiğna ile bilir. Halk hakkında tefekkür bu bakımdan mümkündür. Amma
Halık hakkında tefekkür, elbette mümkün değildir. O takdirde hakikati ancak
selb ile tasavvur edilebilir. Şöyle diyebiliriz: O (Mevlamız) cevher değildir,
araz değildir, mürekkeb ve müellef değildir, bir cihette değildir.
Nazmud-
Durer: c:7 sah:377
İkincisi
nefislerdir. Zira nefsini bilen, Rabbisini bilr. Yani, ruhunu bilen, onun
cevher olduğunu, bedende işleri tedbir ederek tasarruf ettiğini bilen,
sıfatlarını bilr ki o sıfatları bedensiz de bakidir, kıvamında bedene muhtaç
değildir. Belki beden ona muhtaçtır. Ayrıca ruh, marifet mahallidir. İşte
herkim şu gibi marifetleri bilirse, Rabbisini ve sıfatlarını bilir:
vahdaniyyetini, ilmini, kudretini, iradesini, alemin tamanındaki tasarrufunu.
Yani Allahu teala’nın vucudu, gayrısının vucuduna zıttır.
Tefsurul-Lubab
libni Adil: c: 16, sah: 95
Kıyametin
kaim olmasından maksud, nefislerin hallerini ortaya çıkartmaktır. sallallahu
aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi: “Kim nefsini bilrse, Rabbisini bilir”
Nisaburi
Tefsiri. C:2, sah: 172
Orada,
nefsini bilen Rabbisini bilir. Burası, -ev edna- (daha yakın oldu) makamıdır.
Orda Allaha dönersiniz. Zira vucudunun başlangıcı, nefhadır (ruha üfürülüş),
son halin cezbedir. İşte bununla Âdem’i a.s. seçti, Nebisini keremli
yaptı.
Tefsiri
Hakkı, c: 1, sah: 69
“Nefisini
bilen Rabbisini bilir” Rabbisini bilen, gayrısını
terk eder. Ehlullahı ve havassını bilir. Onlardan yüz çevirmez. Onlara izzetle
bakar.
C:1,
sah: 313
Hadisi
şerifte geldi: “Nefisini bilen Rabbisini bilir”
C:1,
sah: 363
“Nefislerinizde
de (ayetler yaptık), hala daha görmeyecekmisiniz..”
ayeti, şu hadisi şerifin tahkikidir:
“Nefisini
bilen Rabbisini bilir” Zira nefsi, Rabbisinin
cemalinin aynasıdır. Rabbisinin halini, alem aynalarında ve nefsinin aynasında
Hak’kın göstermesiyle insandan başkası müşahede edemez. “yakında onlara
ayetlerimizi göstereceğiz” Bil ve idrak et ki, Rabbinin kudretini anlayasın
ey miskin.
Bahrul
Medid c: 3, sah: 361
“Nefisini
bilen Rabbisini bilir” Muhakkak bana bu hadisi
şerifin sırlarından, açıklaması vacib olan, vasıflaması güzel olan şeyler zahir
oldu. Bunlar: Allahu subhanehu, ruhu şu cisim cüssesine koydu. Latif ve lahuti
olan ruhu, kesif olan nasuti bedene. Bununla, vahdaniyyetine ve rabbaniyyetine delalet etmek için.
Bu
istidlal on şekildedir:
Birincisi:
Şu insan heykeli, hareket ettirici ve tedbir ediciye muhtaç olunca, şu ruh ta
onu hareket ettirir ve tedbir eder olunca, bildik ki şu alemin de bir hareket
ettirici ve tedbir ediciye ihtiyacı vardır.
İkincisi:
Cesedin tedbir edeni bir olunca, bildikki alemin de
tedbir edeni birdir, tedbir ve takdirinde ortağı yoktur. “Şayet gökler ve
yerde ilahlar olsaydı, elbette bu ikisi fesada uğrarlardı” (Enbiya:22)
Üçüncüsü:
Şu cisim, hareket ettiricisi olan ruhun hareketi ve
iradesiyle ancak hareket eder olunca, onun hayırlı veya şerli bütün hareketleri
de ancak, Allahu teala’nın hareket ettirmesiyle, kudret ve iradesiyle olduğunu
bildik.
Dördüncüsü:
Cesette ancak ruhun ilmi ve şuuruyla ancak bir şey hareket eder olunca, (bu
durumda) cesedin hareketinden olan şeyler ruha gizli kalmaz; bu sebeble bildik
ki Allahu teala’dan yerde gökte zerre kadar bir şey gizli kalmaz.
Beşincisi: Şu cesette olan şeylerden
hiçbir şey ruha, ruhtan daha yakın olmayınca, bildik ki Allahu teala herşeye
çok yakındır, hiçbirşey ona kendinden daha yakın değildir. Mesafe yakınlığı
şeklinde değil, zira bundan münezzehtir.
Altıncısı:
Ruh cesetten evvel mevcut olunca, o yok olduktan sonra da
mevcut olacaktır. Bundan anladık ki Allahu teala da halktan evvel mevcuttur,
halk yok olduktan sonra da mevcut olacaktır. Zail olmaz, yok olmaz, zevalden
mukaddestir (münezzehtir.)
Yedincisi:
Ruhun cesette olup keyfiyyeti bilinmeyince, bildik ki Allahu teala keyfiyyetten
mukaddestir.
Sekizincisi:
Ruhun cesette keyfiyyeti bilinmeyince, nerde olduğu
bilinmeyince, bilakis ruh cesette mevcuttur ve seyreder, cesetten hiçbir yer
ondan boş değildir, aynı şekilde Hak subhanehu da tüm mekanlarda mevcuttur, ama
mekandan ve zamandan münezzehtir.
Dokuzuncusu:
Ruh cesette hissedilmez ve dokunulmaz olunca, bildik ki Allahu teala da
hissedilmekten ve dokunulmaktan münezzehtir.
Onuncusu:
Ruh cesette gözle idarak edilemeyince, suretle temsil edilemeyince, bildik ki
Allahu teala da gözlerle idrak edilemez, suret ve eserlerle temsil edilemez. Güneş
ve aya benzetilemez. “Onun misli gibi bir şey yoktur, O, işitir, görür.” (Şura:11)
Ebu
Said el harraz’a ruhtan sordular, mahlukmu dur?
Evet,
dedi. Şayet böyle olmasaydı, asla Rububiyyeti ikrar etmezdi. Şöyle dedi “Belâ”
(Evet, sen bizim Rabbimizsin.)
Himyanuz
Zâd c: 1, sah: 39
Bu
sebeble Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Kim nefsini
bilirse, Rabbisini bilir.” Yani, nefsinin sıfatları, Rabbisinin
sıfatlarının zıttı olmasını.
C:
9, sah: 237
Hadisi
Rabbani (kudsi) de: “Kim nefsini bilirse, Rabbisini bilir. Kulum bana
nafilelerle yanaşmaktan zail olmaz (daim olur), öyleki onu severim. Onu
sevdiğimde, onun için kulak olurum, göz olurum, lisan olurum, el olurum, kalb
olurum, benimle işitir, benimle görür, benimle tutar. Göklerim yerlerim beni
almaz, kulumun kalbi beni alır. Kulum beni zikrettiği zaman ben onun meclis
arkadaşıyım. Kim bana bir karış
yanaşırsa, ben ona bir zira’ yanaşırım. Kim bana bir zira’ yanaşırsa, ben ona
bir kulaç yanaşırım. Kim bana yürüyerek gelse, ben ona koşarak gelirim.”
Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Benim bir vaktim varki, rabbimden
başkası orda olamaz. Ben sizin biriniz gibi değilim. Ancak Rabbimin yanında
geceliyorum, beni yediriyor, içiriyor.”
Makasıdı
Hasene, c: 1, sah:220
Hadisi
şerifin te’vilinde denildi: “Nefsini bilen, Rabbisini bilir” yani, kendini
hudusla, Rabbisini kıdemle bilir. Nefsini fena (yokluk) ile bilen, Rabbisini beka
ile bilir.
Enes’ten
r.a. “Nefsini bilen, Rabbisini bilir. Rabbisini bilenin lisanı tutulur.”
Şarani’nin
Tabakatı Kübra’sı c:1, sah:226
“Nefsini
bilen, Rabbisini bilir” hadisinin manası hakkında şöyle
derdi: nefsinin züllünü ve aczini bilen, Rabbisinin izzet ve kudretini bilir. Derimki,
bu en sağlam cevabtır.
Sehavi’nin
Makasıdı Hasene’si, c:2, sah: 78
1149:
“Nefsini bilen, Rabbisini bilir” hadisi hakkında Ebul Muzaffer bin Sem’ani,
merfu’ olduğu bilinmez dedi. Yayya ibni Muaz er razi tarafından hikaye edilmiştir.
Tevilinde şöyle denildi: Nefsini hudusla bilen, Rabbisini kıdemle bilir. Nefsini
fena ile bilen, rabbisini beka ile bilir.
Diğer
bazı kaynakları da zikredelim:
Zerkeşi’nin
meşhur hadisler hakkındaki Le’ali Mensure’si c:1, sah: 129 Mu’cemi Muellefin, c:7,
sah: 318 Esnâ Metalib, c:1, sah: 277 no: 1435 Keşful Hafa, c:2, sah: 262 Durrul
Mensure c:1, sah: 18 - Mirkatul mesabih c:1, sah: 350
Bu
ve diğer kitablarda zikredilen şu “Nefsini bilen, Rabbisini bilir” ibaresinin hadisi şerif olduğu kanaati
yaygındır. Ancak ehli sünnetten myuhaddis İmam Nevevi ve ehli sünnetten ayrılan
ibni Teymiyye bu ibarenin hadis olmadığını söylemiştir.
Bizim
için önemli olan, şu saydığımız ve daha pek çok eserin, hadisi şeriftir diye
itibar ettiği bir lafzı, artık tartışma konusu yapmamak ve nasıl bir mana ifade
ettiğini anlamaya çalışmaktır. İnşaallah diğer bazı tartışmalı lafızları da
kaynaklarından sizlere takdim edeceğiz. Yukarki rivayetleri 3 bin kadar Arapça
temel eserin taramasından elde ettiğimizi de hatırlatırız.
< Önceki | Sonraki > |
---|