73. MEKTUB
Yetmiş
üçüncü mektup, Kılıç Han oğlu Kılıcullah’a yazılmıştır.
Dünya ve
oğullarını zemmetmek, menfaat vermeyen ilimlerin tahsili-ni terk, fuzuli
mubahlardan sakınmak ve hayırlı salih amelleri işlemeye teşvik ve bunlarla
alakalı hususların beyanı hakkında olucudur.
MEKTUBUN TERCÜMESİ
Allahu
subhanehu, Muhammed Mustafa’nın şeriat caddesi üzere istikamette bulunmakla
bizi rızıklandırsın. O’nun sahibi üzerine salat selam ve ebedi-sürekli
tahıyyeler olsun.
Ey Evlad!
Dünya imtihan ve belalanma yeridir. Zahiri, çeşitli süslerle süslenmiş ve
bezenmiştir. Sureti, hayallerle nakışlanmış ve renklendiril-miştir. Vehmi
çizgilerle, örgülerle ve yanaklarla bezenmiştir. İlk bakışta tatlıdır, göze
görünmesinde tazelikle ve parlaklıkla süslüdür. Lakin hakikat te (dünya),
üzerine hoş kokular saçılmış leştir. Kurtlar ve sineklerle dopdo-lu
zibilliktir. İçecek (su) gibi görünen seraptır. Şekerle kaplanmış zehirdir. İçi
harap ve bereketsizdir. Onun oğulları ile muamele, şu alçaklığı ve feca-atinin
bulunmasıyla birlikte, hakkında söylenenlerden daha şerlidir. Ona aşık olanlar
ahmak ve sihirlenmiş diye anılır. Ona vurgun olanlar, deli ve aldanmışlardır.
Onun
zahiri ile fitnelenenler, ebedi ziyan alameti ile nişanlanmıştır. Onun
tatlılığına ve tazeliğine bakanların nasibi, ebedi pişmanlıktır.
Kainatın
Efendisi, alemlerin Rabbinin sevgilisi, O'nun ve âlinin üzerine salat ve selam
olsun, şöyle buyurdu: “Dünya ve ahıret ancak iki kumadırlar, eğer biri razı
olsa diğeri kızar.”
Herkim
dünyayı razı ederse, muhakkak ahıreti kendine kızdırmış olur. Şüphesiz onun
ahıretten nasibi olmaz. Allahu subhanehu sizi ve bizi, dünya ve ehlini
sevmekten muhafaza eylesin.
Ey Evlad!
Bilirmisin, dünya nedir? Seni Hak subhanehu ve teala’dan perdeleyip geri
bırakan her şey dünyadır, bunlar kadın, evlat, mallar, rütbe, reislik, oyun oyuncak
ve faydasız şeylerle meşgul olmak (gibileri) dünyaya dahildir. [1]
Ahıret
işlerinde tesiri olmayan ilimler de aynı şekilde dünyadandır. Şayet yıldız /gök
ilmini, mantığı, hendeseyi /geometri, hesab ve benzeri faidesiz ilimleri tahsil
etmek fayda verseydi, elbette felsefeciler kurtuluş ehlinden olurlardı.[2]
Peygamber aleyhissalatü ves-selam buyurdu:
“Allahu
teala’nın kulundan yüz çevirmesinin alameti, onun faydasız işlerle meşgul
omasıdır.”
Şiir:
Herkimin
kalbinde hardal tanesi kadar olsa;
Hakkın
gayrısından olan bir şey, bilki o hastalıktır.
‘Yıldız
ilmini bilmek, namaz vakitlerini bilmek için lazımdır’ şeklinde denilen söze
gelince, bunun manası ‘Namaz vakitlerini bilmek ancak yıldız ilmini bilmekle
mümkündür’ şeklinde değildir, belki manası ‘Yıldız ilmi, namaz vakitlerini
bilmenin yollarından biridir’ şeklindedir. Yıldız ilminden haberi olmayan pek
çok insanlar, bununla beraber namaz vakitlerini, yıldız ilminde alim olanlardan
daha iyi bilirler.[3]
Bunun
gibi mantık, hesab ilmi ve benzerleri gibi, şeriat ilimlerinin bazılarında bir
nebze etkisi olan ilimler hakkında getirilen izahlar da buna yakındır. (Yani,
islamı iyi anlamak için mutlaka bu okulların ilimlerini okumak gerekir, diyenlere
en güzel cevab verilmiş oldu. Nice kimseler varki okul yüzü görmemiştir, ama dünya
işinde başarılıdır, zengindir, sanatkardır. Nice okulları bitirenler varki,
meteliksizdirler ve başarılı olamı-yorlar. Asıl iş, Allah'ın rızasını
kazandıracak ilimler ve ibadetlerdir.)
Netice
olarak, şu ilimlerle meşgul olmanın cevazı, ancak çok fazla düşünmekten sonra
zahir olabilir. Bu da, onlardan maksadın ancak şeria-tın hükümlerini bilmek ve
kelam/akaid ilminin delillerini kuvvetlendirmek şartıyladır, böyle olmazsa
onlarla meşgul olmak asla caiz değildir.
İnsafla
düşünmek gerek, mubah olan iş, onunla meşgul olununca vacib olanı kaçırmaya
sebeb olursa, (o iş) mubahlıktan çıkar mı çıkmaz-mı? Şüphesiz bu ilimlerle
meşgul olmak, çaresiz şeriat ilimleriyle meşgul olmayı kaçırtır.[4]
Ey Evlad!
Allahu subhanehu, nihayeti olmayan yardımının kemalin-den dolayı seni gençlik
vaktinde tevbeye muvaffak kıldı, seni yüce Nakşi-bendi silsilesinden (Allah,
ehlinin sırrını pak eylesin) olan dervişlerden birinin elinde inabeye muvaffak
kıldı. Bilmiyorum! Senin için bu tevbe üze-rine sebat var mı, yoksa nefis seni
çeşitli süslü şeylerle yoldan çıkarttı mı?
Tevbe
üzerine istikametini müşkil görüyorum, zira mevsimin gençlik çağlarıdır, dünya eşyasını
elde etme sebebleri kolaydır, ekseri yakınların bu hususta (istikamet işinde
sana) uygun değildir.
Ey Evlad!
İş ve ihtiyat, fuzuli mubahlardan sakınmak, zaruret miktarı ile yetinmektir. Bu
miktarın da kuvvetin hasıl olması, kulluk vazifelerinin edasında cem’iyyetin
hasıl olması niyetiyle olması gerekir. Mesela yemek-ten maksad, ibadetleri eda
etmekte kuvvetin hasıl olmasıdır. Elbise giyin-mekten maksad, avreti örtmek,
soğuk ve sıcağı def etmektir. Diğer zaruri mubahlarda durum aynı kıyas
üzerinedir.
Nakşibendi
büyükleri (Allah, onların yüce sırlarını pak eylesin), azimetle ameli tercih
ettiler, mümkün oldukça ruhsattan sakındılar. Zaru-retle yetinmekte azimetler
kısmındandır. Bu devlet hasıl olmazsa, mubah-lar dairesinden çıkıp, şüpheliler
ve haramlara girmemek lazımdır.
Muhakkak
Allahu subhanehu kereminin kemalinden dolayı tam olarak pek çok nimetleri mubah
eyledi. Cidden şu nimetler dairesini geniş yaptı. Şu nimetlerden nazarı
kesmekle birlikte hangi yaşantı, kulun rabbi-sinin rızasına denk fiil olur.
Hangi cefa, efendinin kölesinin amelleri üzeri-ne kızgınlığına benzeyebilir.
Allah’ın cennetteki rızası, cennetten daha hayırlıdır. Allah’ın cehennemdeki
gazabı, cehennemden daha şerlidir.
İnsan,
mahkum bir kuldur, Mevla onu oğlu yapmadı, başıboş bırak-madı ki dilediği
şeylere daldırsın. Düşünmek ve kalbî amelleri işlemek gerek. Yarın, nedamet ve
hasretten başka bir şey hasıl olmaz. Amel vakti ancak gençlik zamanıdır. Akıllı
olan bu vakti zayi etmez, fırsatı ganimet bilir. Zira iş mühimdir. Belki de
yaşlılık vaktine ulaşamamak umulur. Şayet ulaşılsa, belki de onun için kalb
huzuru hasıl olmaz. Şayet huzur olsa, acizlik ve zafiyet vaktinde (yaşlılıkta),
amel etmeye kadir olamaz.
Hasılı
kelam, cem’iyyet sebebleri şu an hasıldır, anne-babanın mev-cut olması da Hak
subhanehu’nun ihsanlarındandır. Zira senin geçim işi sıkıntısı onların
üzerinedir. Mevsim, fırsat mevsimidir, kuvvet zamanıdır, istitaat zamanıdır.
Hangi özürle bu günün işini yarına bırakmak mümkün olsun da ertelemek tercih
edilsin.
Aleyhis-salatü
ves-selam Efendimiz buyurdu: “Erteleyenler helak oldu.”
Evet,
alçak dünyanın mühim olan işlerini, bu günde ahıret işi ile meşgul olmak için
yarına tehir etmek güzeldir, aksi cidden çirkin olur.
Gençlik
çağları olan şu vakit, din düşmanı olan nefis ve şeytanın istila vakti olup
bunda yapılan az amel için olan itibar, bu vaktin gayrısında kat katı yapılana
itibardan daha fazladır. Nasıl ki askeri bir kaidede, cesaretli ve kalbleri
kuvvetli askerler için, düşmanın istilası vaktinde fazla-ca itibar vardır,
hatta onlardan bu vakitte az bir amel, birazıcık bir sebat itibar edilir, kıymetli
olur. Bu gibi bir itibar, şerli düşmanlardan emin olun-duğu vakitte hasıl
olmaz.
Ey Evlad!
Bilki mevcudatın hulasası olan insanın yaratılmasından maksad, oyun oyuncak
değildir, yemek uyumak değildir. Ancak yaratıl-masından maksad, kulluk
vazifelerini eda, gaffar olan noksan sıfatlardan münezzeh Mevla celle’nin
mukaddes canibine doğru zelillik, kırıklık, acizlik, muhtaç olmak, devamlı
sığınmak, devamlı yakarmaktır.
Şeriatı
Muhammediyye’nin beyan ettiği ibadetlerin edasından mak-sad, kulların
menfaatleri ve maslahatlarıdır. Onlardan hiçbir şey, şanı yüce olan Mevla
canibine dönmez. Bu durumda ibadetleri gayet memnu-niyyetle eda etmek gerekir.
Emirleri yerine getirmekte, onlara sımsıkı yapışmakta, yasakları terk etmek ve
çekinmekte, son derece sa’yu gayret etmek lazımdır.
Muhakkak
Allahu subhanehu, son derece zengin olmasıyla birlikte kullarına emir ve
yasaklarla ikram etti. Bizim için şu nimete karşılık tam bir şekilde şükretmek,
tam bir memnuniyyetle hükümlerine yapışmakta gayret etmek gerekli oldu.
Bilki ey
eylad! Dünyacılardan zahiri şafşatası ve rütbesi bulunan biri, bağlılarından
birine bir hizmet ikram etse, onun menfaati yine onu emre-dene döner; nasıl onu
aziz kabul eder! Ve derki ‘Kadri kıymetli filan şahıs, bana şu hizmetle
emretti, benim için son derece memnuniyyetle o işi yeri-ne getirmek
gereklidir.’
Hangi
bela başımıza indi, hangi musibet isabet etti! Şanı yüce Hak tealanın azameti,
nazarında şu adamın azametinden daha az oldu, çünkü azameti yüce olan Hak’kın
hükümlerine yapışmakta gayret etmez. Haya etmek lazımdır, tavşan uykusundan
uyanmak gerekir.
Allahu
subhanehu’nun emirlerine yapışmamak iki şeyden hali değil-dir. Ya şeriatın
verdiği haberleri yalanlar; ya da Hak teala ve tekaddes’in emirleri
dünyacıların emirlerinden daha düşük olur. Şu iki işin çirkinliğini iyi
düşünmek gerekir.
Ey Evlat!
Şayet yalancılığı birkaç kere tecrübe edilen bir şahıs, geceleyin düşmanın
aniden hücum edeceğini, tamamen filan kavmi istila edeceğini haber verse, o
kavmin ileri gelenleri korunmak için elbette gay-ret ederler, şu belanın def
edilmesi fikrine koşarlar, hemde haber verenin yalancılık töhmetinde olmasını
bildikleri halde; zira tehlike vehmedilen yerde bile ondan sakınmak lazımdır.
Muhakkak
sadık haberci aleyhis-salatü ves-selam Efendimiz, tam mübalağa ile ahıret
azabından haber verdi, bununla beraber ondan asla tesirlenmezler, eğer tesirlenselerdi
elbette etkilenip azabın defi için tefek-kür ederlerdi. Halbuki azabın definin
ilacını, sadık haberci aleyhissa-latü ves--selamın beyanı ile bildiler. Sadık
habercinin haberinin, kendi yanında yalancının haberi kadar itibarı olmayanın
imanı, ne kötü bir imandır. İsla-mın sureti, kurtuluştan bir şey fayda vermez.
Belki kurtuluşun hasıl olması için mutlaka yakin elde etmek lazımdır. Yakin
nerde!
Bilakis
(bu hususta) zan ve vehim de yoktur. Zira akıl sahipleri tehli-ke ve korku
bulunan işlerde vehme itibar ederler. (Bu insanlar yakini habere itibar
etmezler. Zevkleri için en ufak bir haberi değerlendirirler.)
Aynı
şekilde Allahu teala yüce kitabında buyurdu:
“Allah,
yaptıklarınızı görücüdür.”
Bununla
beraber onlar şu çirkin amelleri işlerler, halbuki onlar değer-siz birinin kendi
amellerinden haberdar olduğunu hissetseler, asla o çirkin amellerini işlemezler.
Şunların hali, iki durumdan birinden boş kalmaz, ya Hak subhanehu’nun haberini
yalanlarlar, ya da Allahu tealanın haberdar olmasına itibar etmezler. Bu gibi
bir davranış imandan mı, yoksa küfürden mi dir?
Bu
sebeble evladımız üzerine imanını tazelemek gerekir. Üzerine salat ve selam
olan Efendimiz buyurdu.
“İmanınızı
–lâ ilahe il-lel-lah- sözü ile tazeleyin.”
Allahu
subhanehu’nun razı olmadığı işlerde nasuh tevbeyi tekrar etmelidir. Yasaklanmış
haram işlerden sakınmak gerekir. Beş vakit nama-zı cemaatle eda etmelidir.
Geceyi kaim olmak ve teheccüd namazı kılmak mümkün olursa ne büyük seadettir.
Malların
zekatını vermekte islamın rükunlarındandır. Elbette ve mut-laka onu eda etmek
gerekir. Edasının en kolay yolu, her sene zekat niyetiyle malından fakirin
hakkını ayırmak, onu kendi yanında muhafaza edip sene boyunca zekat verilecek
kimselere onu sarf etmektir. Bu takdirce, her defasında zekat niyetini
yenilemek gerekmez, belki ayırırken yapılan bir kere niyet yeterlidir.
Fakirlere
ve hak edenlere, sene boyunca nasıl sarf edileceği malum-dur; fakat zekat
niyeti ile eda edilmezse, zekattan hesab edilmiş olmaz. Bu bahsettiğimiz
şekilde zekat zimmetten düşer. Aynı şekilde, sıkıntı olma dan zorluktan halas
bulmuş olur. Sene boyunca fakirlere zekat miktarı sarf edilmezse, belki ondan
bir miktar kalsa, aynı şekilde diğer mallardan ayrı olarak onu muhafaza etmek
gerekir. Zira bu gibi bir işe her sene ihtiyaç duyulur. Her ne zamanki
fakirlerin malı ayrı ve müstakil olunca, yarın edasına muvaffakiyyet umulur, bu
gün hasıl olmasa da.
Ey Evlat!
Nefis bizzat cimridir, saltanatı yüce olan Mevlanın emirle-rine yapışmaktan
kaçıcıdır, şüphesiz söz rıfk ve yumuşaklıkla sadır oldu, değilse mallar ve
mülklerin tamamı Allahu tealanın hakkıdır, kul için durak lama ve beklemenin
imkanı nerden olsun! Bilakis tam bir menuniyyetle onu eda etmek lazımdır.
Aynı
şekilde nefsin hevasına tabi olarak ibadetlerin edasında gev-şeklik yapmamak
lazımdır. Kul haklarını ödemekte son derece gayret et-mek gerekir. Bütün
gayreti sarfetmeli ki, üzerinde hiç kimsenin hakkı kal-masın. Zira dünyada
hakları ödemek kolaydır, çünkü uygunluk ve tatlı sözle elde edilmesi mümkündür,
amma ahırette iş müşkil olup ilaç kabul etmez.
Şer’i
hükümlerden sormak, onlar hakkında ahıret alimlerinden fetva istemek gerekir,
zira onların sözleri için tesir vardır. Onların zatlarının bereketi ile,
fetvaları ile amel etmeye muvaffakiyyetin hasıl olması umulur.
Dünya
alimlerinden sakınmak gerekir, onlar ilmi, rütbe elde etmeye vesile ettiler.
Ancak takva alimlerden kimse bulunmazsa zarureten, zaru-ret miktarı kadar
onlara müracaat edilir.
Hacı
Meyan Muhammed el Etreh, o tarafta dindar alimlerdendir. Şeyh Ali el Etreh
ahbablarınızdandır. Bu iki şahıstan her biri o taraflarda ganimettir. Şer’î
meselelerin tahkikinde bu iki alime müracaat en uygu-nudur.
Ey Evlad!
Bizim için dünyacılarla ne alaka vardır? Bizimle onlar arasında hangi münasebet
vardır ki onların hayır veya şerlerinden konu-şalım. Bu babta şer’î nasihatler
tamam ve kamil şekilde geldi. Açık delil Allah içindir.
Fakat bu
evladımız dervişlere dönünce, inabe yolundan onlara men-sub olunca, ekser
vakitlerde kalbin yönelmesi onun hallerine oldu. Bu teveccüh arada konuşmamıza
sebeb oldu.
Bilki şu
nasihatlerin ve meselelerin ekserisi muhakkak ona ulaştı ve kulağına çalındı, fakat
maksad onlarla amel etmektir, sadece bilmek değildir. Bakmazmısın ki hasta,
hastalığının ilacını bilince, bu ilacı bilmek ona fayda vermez. İlacı
yutmaksızın onun için şifa hasıl olmaz. Bütün ısrar ve mübalağamız amel etmek
içindir. Amelden uzak olan ilim, sahibi aleyhine delil olarak dikilir.
Salat
selam üzerine olan Efendimiz buyurdu: “Kıyamet gününde insanların azab
bakımından en şiddetlisi, bir alimdir ki Allahu teala ona ilmi ile fayda
vermemiştir.”
Şu
evladımız bilsin ki evvelki dersi, cem’iyyet sahibleri ile olan soh-betin
azlığı sebebiyle netice vermemişse de, fakat kendisinde bulunan nefis
kabiliyyet cevherinden haber vermektedir. Umulan, Allahu subhane-hu’nun onu, şu
inabe (dersin) bereketiyle, rızasına muvaffak kılması ve onu necat ehlinden
yapmasıdır. Her halde, şu taifeye olan sevgi ipini yitirmemek gerekir. Şu
cemaate sığınmak ve yakarmayı şiar/adet edinmek gerekir. Şu taifeye olan sevgi
sebebiyle, Hak subhanehu’nun mahabbe-tinin teşrifini, tamamıyla kendine
çekmesini, bütün leke ve kirlerden kurtar-masını beklemek gerekir.
Şiir:
Aşk ancak
bir şuledir ki muhakkak yaktı,
Bakî olan
sevgiliden başka her şeyi.
[1] Bunların sevgisi, Allah ve resulünün
önüne geçerse ve ibadetlere engel olursa, dünya hükmünde olurlar. Bunlardan
muhab şekilde istifade edip kulluğu yerine getirmek lazım.
[2] Bu ilimlerin tahsili ancak dünyada
helal kazanç için olursa caiz olur. Diğer maksadlar için vakti bunlarla
öldürmek ve Kur’an ilimlerinden geri kalmak asla caiz olmaz.
[3] Hatta yıldızlar ve gök bilimleriyle
uğraşanların ekserisi namaz kılmazlar. Şayet ilimlerinde bir fayda olsaydı,
önce kendileri hidayet bulurdu, sadece desinler için ilim elde etmek kişiye
zarar verir. Batı dünyası bu gibi ilimlerde ilerlediği halde neden Allah'a
secde etmez!
[4] Bu zamandaki dünyacılar ve onların
teşvik ettiği ilimlerin, kişileri gerçek marifetten nasıl men ettiğini iyi
anlamak gerekir. Din ilmi tahsil eden, hafızlık yapan talebeleri bundan
uzaklaştıranlar, yaptıkları zararı iyi düşünsünler.
< Önceki | Sonraki > |
---|