1. MEKTUBUN BAŞLIĞI VE KONUSU
Evvelki mektup, ismi zahir ile münasib olan bir takım hallerin beyanı, tevhidden olan hususi bir kısmın zuhurunun beyanı, Arş'ın üstünde vakı olan bir takım yükselişlerin beyanı, Cennet derecelerinin açılması, bazı Allah dostlarının mertebelerinin zahir olması hakkındadır.
Bu
mektup, İmamı Rabbani (kuddise
sırruhu) tarafından
büyük şeyhine yazılmıştır. Bu ol bir zattır ki kamil, kemale erdirici, velayet
derecelerine ulaşan, sonu başa girdirme yoluna hidayet eden, razı olunmuş dini
kuvvetlendirici, şeyhimiz, imamımız, Şeyh Muhammed Baki, en-Nakşibendi el
Ahrâri’dir. Allah'u Teâlâ onun mukaddes sırrını pak eylesin ve onu temenni
ettiğinin en son noktasına ulaştırsın.
1. MEKTUBUN TERCÜMESİ
Kulların
en zayıfı olan Ahmed tarafından, en yüce arz makamına (gönderilen) arzu-haldir.
Dağınık hallerini, şerefli emir gereğince, kendin-de bulduğu cüretle arz
ediyor.[1]
Tarikat
yolculuğu esnasında ismi zahir tecellisi[2] ile
şereflendim; öyle bir külli tecelli ki benim için bütün eşyada zahir oldu. Her
birinde olan başlı başına hususi tecelliler ile. Özellikle kadınların
örtülerinde.[3]
Bilakis onların cüzlerinde[4]
hususi olarak vakı oldu. O kadar ki, şu taifeye boyun eğer oldum. O şekilde ki,
bunu açıklamaya kadir olamıyorum. Bu boyun eğmek te çaresiz oldum.[5] Bu
mahalde hasıl olan şu zuhur, başka bir mahalde hasıl olmadı. Şu örtüde acaib
özelliklerden ve letafetlerden hususi olarak gördüğüm şeyler, başka hiçbir
zuhur yerinde (asla) ortaya çıkmadı.[6] Tama mıyla
eriyip huzurlarında su gibi aktım.
Aynı
şekilde benim için her bir yiyecekte, içecekte ve elbisede başlı başına
tecelliler oldu. Leziz ve külfetle hazırlanmış yemekte olan güzellik ve letafet,
başka yerde hasıl olmadı. Bu farklılık
tatlı ve acı su arasında da mevcut oldu, bilakis her bir tatlı şeyde o
şeyin kemalinde olan fark-lılıklar üzerine başlı başına hasıl oldu.[7]
Bu hususi
tecellileri yazmakla arz etmem mümkün değil. Şayet yüce huzurunuza ulaşırsam
elbette onları size arzederim.
Fakat şu
tecelliler esnasında Refiki A’laya[8] müştak
oldum. Mümkün olduğu kadar ondan gayrısına iltifat etmedim. Şu kadar var ki o
hal altında mağlup olunca, iltifat etmekten ayrılık bulamadım. Bu esnada bana
malum oldu ki şu tecelli, tenzihi olan şu nisbete zıt değildir. Zira batın şu
nisbet ile alakalı olup onun için zahire asla iltifat yoktur. Ancak şu tecelli
ile şeref-lenen zahirdir ki o, şu yüce nisbetten habersiz ve boştur. Doğrusu
ben batınımı, göz kayması ile ibtila olmamış buldum, bilakis batın bütün malu-matlar
ve zuhuratlardan yüz çevirmiştir. Zahir kesret ve ikiliğe yönelici olunca, şu
tecelli ile mesut oldu. [9]
Bir zaman
sonra, şu tecelli örtünüp kapanmaya başladı. Hayret ve cehalet nisbeti olduğu
hal üzere kaldı. Şu tecelliler zikredilmemiş bir şey olarak kaldı.
Bundan sonra
hususi fenadan[10]
bir şey arız oldu. Şu ilmi teayyün[11] ki,
teayyün geri döndükten sonra zahir olmuştu, şu fena içinde yok oldu ve ene
(benlik) zannından hiçbir eser kalmadı. Şu vakitte islam eserleri görün meye ve
gizli şirk[12]
nişanlarının yok olma alametleri zahir olmaya başladı. Aynı şekilde amellerde
futur ve noksanlık görmek, hatıralar, düşünceler ve niyetlerde töhmet (görmek)
hasıl oldu.
Hasılı
kelam bazı kulluk ve izmihlal emareleri zahir oldu. Noksan sıfatlardan münezzeh
olan Allah'u Teâlâ, teveccühlerinizin bereketi ile bizleri kulluğun hakikatı
makamına ulaştırsın.
Arş'ın üzerine
olan yükselişler çok kere vakı olmaktadır.
Ne zaman ki
ilk mertebeye yükseliş vakı olup mesafeyi aştıktan sonra Arş'ın üstüne
ulaştığımda, ebedi cennet, içinde bulunan şeylerle bir-likte müşahade olundu. O
vakitte hatırıma geldi ki orada bazı kimselerin makamlarını müşâhade edeyim. Teveccüh
edince, onların makamlarına bakışım ulaştı ve o şahısları, o mahalde
derecelerinin farklılığı üzere mekanlarını, mevkilerini, zevklerini ve
şevklerini gördüm. [13]
Sonra
ikinci derecede yükseliş vakı oldu. Büyük meşayıhın, kıymetli Ehli Beyt imamlarının
ve insanları irşad eden Hulefa-i Raşidin’in makam-ları ve Peygamberimiz
(aleyhis-selatu ves-selam)’ın hususi makamı, aynı şekilde farklılıkları üzere,
diğer yüce peygamber ve resullerin makamları, yüksek melek cemaatinin makamları
da Arş'ın üzerinde müşahade olundu.(Aynı keşifler, bu yolu izleyenlere de kabiliyyetleri
miktarınca müşahede ettirilmektedir.)
Arşın üzerindeki
bu yükselişten, yerin merkezi ile Arş arasındaki mik tar veya daha az miktar
yükseliş olup, Hazreti Hace Bahauddin Nakşiben- di (kuddise sırruhu) makamına kadar ulaştı. Bu makamın
üstünde büyük meşayıhtan bazıları vardı. Bilakis bu makamdan az bir yüksekte Şeyh
Marufu Kerhi, Şeyh Ebu Said el Harraz gibileri vardı. Diğer bazı meşayı-hın
makamları bunun altında, bazılarınınki ise onun makamında idi. Alt makamda
olanlar, Şeyh Alaud-Devle Es-Semnâni, Şeyh Necmud-din el Kübra gibileridir. Üst
makamda olanlar Ehli Beyt imamları idi. Bunun üstünde Hulefa-i Raşidin‘in
(Allah'u Teâlâ hepsinden razı olsun) makam-ları vardı. Diğer peygamberlerin
(üzerlerine salat selam olsun) makamları, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in makamından bir tarafta idi, yüce meleklerin makamları da aynı
şekilde Peygamberimizin makamın-dan diğer tarafta idi. Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in maka-mı için, diğer bütün makamlara nisbetle asalet
ve üstünlük vardı. Allahu subhanehu bütün işlerin hakikatını en iyi bilir.
Allahu
Subhanehu’nun yardımı ile her ne zaman dilersem yükseliş vakı oluyor, bazı
vakitlerde irade etmeksizin de vakı oluyor. Diğer bir takım eşya müşahade
oluyor. Bazı yükselişlerde yine bir takım eserler terettüp etmiş. Bunların
ekserisi unutulmaktadır. Arz vaktinde hatırlamam için her ne zaman bazı halleri
yazmak istesem bu hasıl olmuyor. Zira bunlar nazarda değersiz görülüyor. Belki
onlar kendilerinden istiğfar edil-meye uygundur, nerde kalsın ki onları
yazayım. Bunlardan bazısı şu mek-tubu yazma anında hatırımda idi, fakat sonunda
yazmaya imkan olmadı.
Bundan
ziyadesi, ebebi kötü yapmaktır.
Molla
Kasım’ın hali güzeldir. İstihlak ve istiğrak hali[14] ona
galip gel-miş. Cezbe makamlarının[15]
tamamını geçti, adımını bunların üstüne koydu. Evvelce sıfatları asıldan
görüyordu, şimdi şu sıfatları mevcudiyet leriyle beraber nefsine zıt
bulmaktadır.[16]
Nefsini sırf boş bulmaktadır. Bilakis sıfatların kendisiyle kaim olan nuru,
yine nefsine zıt görmektedir. Nefsini bu nurdan bir tarafta bulmaktadır.
Diğer
arkadaşların halleri gün-begün yükseliştedir. Başka bir mek-tupta, Aziz olan
Allahın dilemesiyle bunları tafsilatıyla yazmak istiyorum.
[1] İmamı Rabbani kuddise sırruhu,
mürşidinin emri gereğince hallerini yazarak bildirmek-tedir. Böylece halini
üstadına bildirerek varsa yanlışının düzeltilmesini istemektedir. Bur-dan
dervişlerin anlaması gereken husus, kendilerine arız olan halleri veya rüyaları
ancak ehline bildirmek, kendi akli yorumlarıyla seyri-sülüküne yön vermemektir.
Zira herkes kendi anlayışına göre manevi yolda ilerleyecekse niçin mürşide
ihtiyaç duyulsun ki!
[2] Risale-i Kudsiyyenin kıymetli
şerhinde, Efendi Hazretleri (Mahmud el-Ofî kuddise sırruhu) bu konu ile
alakalı beyitlerde kısaca şu izahatı yapar:
“Zahir ile mazharı anlamak için bir misal verelim,
güneş zahir, güneşin ışıklarının vurduğu yer mazhardır. Allahu teala’nın
isimleri zahir, o isimlerin vurduğu yer mazhardır.
Allahu teala’nın isimleri insanlara, hayvanlara,
cinlere, sebzelere, meyvelere, aya, güneşe, ve sair canlı cansız her şeye
vurur. Mesela bir üzümü ele alalım, üzümün çekirdeği, yapra-ğı, dalları,
salkımı, gövdesi, kökleri her biri ayrı ayrı mezahirdir. Allahu teala’nın halık
ismi, o üzümün köküne, gövdesine, yaprağına, salkımına, çekirdeğine vuruyor. O
halık ismi zahir, vurduğu yer mezahir oluyor. İnsan da böyledir, insana vuran
ismi zahir, insan o ismin mazharıdır. Allahu teala’nın görmek sıfatı zahir,
bizim gözlerimiz mazhardır.”
Diğer sıfatlar da aynı şekildedir. işte Allahu
teala’nın sıfatlarının eşyada zuhura gelme hali, manevi yolda ilerleyen
kimselere özel bir şekilde ayân olur. Burda salik, bazı kemalat-lardan haberdar
edilir. Eğer bunları yeterli götüp asıl maksud olan Mevla teala’yı talepten
geri durursa, artık onun seyri asla sona ermez ve eşyadaki tecellilerle
oyalanarak işin sahibini bulduğunu zanneder. Bu badireden çıkması için mutlaka
Mevla teala’ya sığınarak mürşidinin manevi desteğini almalı ki onu ordaki
oyalanmalardan kurtarsın.
[3] Burda bahsedilen husus ta aynı
şekilde beyan edilen tecellilerin sâlike açılma halidir. İyi kötü, hayırlı ve
şerli her şey, varlık sahasına gelmekte Allahu tealanın yaratmasına muhtaç
olduğundan onlara verilen varlık, tabiki Allahu teala’nın sıfatlarının
zıllerinin o şeye ulaşma sıyla meydana gelecektir. Bu varlık bir örtü veya
insan veya başka bir varlık ise de yine var olmakta Allahın sıfatının zıllinin
kendisine ulaşmasına muhtaçtır. Buna göre kalb gözü açık olan saliklerin,
Allahu teala’nın sıfatlarının bütün eşyaya ulaşma hallerini temaşa ederek
seyretmelerinde herhangi bir mani söz konusu değildir. Ancak sakıncalı olan
husus bu tecellileri, tecellinin sahibi ile karıştırmaktır ki bu durumda iki
ihtimal vardır. Birincisi gerçek-ten tecellinin tesirinde kalarak kendinden
geçen ve manevi sarhoşluğa dalan müridin işi karıştırmasıdır ki bunda mazur
sayılır ve ilerde bu halden kurtulması umulur. İkincisi, ken-dinde böyle
tecelli hali olmayıp sırf bilgi ve zanla konuşmaktır ki bu durumda kişi zındıklığa
düşer ve cahilleri de saptırır, Allah muhafaza eylesin.
[4] Bu ibareyi aslına göre tercüme
ettik. Bazı tercümelerdeki ifadeler aslına uygun değildir. Zira burda
bahsedilen ismi zahir tecellisidir ki, daha evvel söylendiği gibi bütün eşyada
sıfatların zahir olmasından bahsedilmektedir. Yoksa burda ‘Suri Tecelli’
denilen halden bahsedilmemektedir. Suri tecelli de saliklere, bildikleri bir
suret ile hususi bir tecelli hasıl olmaktadır. “Allah, Âdem’i kendi
suretinde yarattı” hadisi kudsisinde anlatılmak istenen mana da bununla
alakalıdır. Halbuki Allahu teala, her türlü şekil ve suretten ve bizim
aklımıza, fehmimize gelen her türlü biçim ve kayıtlardan münezzehtir. İşte bu
gibi müte-şâbih konuları anlamak için kişinin o kıvama gelmesi gerekir. Sözle anlatılmaz,
ancak o hale ulaşmakla bilinir.
Ayrıca bu meseleyi dillerine
dolayanlara karşı cevap vermeye de mecbur olma-dığımızı ifade edelim, zira o
makama gelen kimseler bunun hakkında tartışabilirler, o ma-kamdan haberi
olmayanların aşağıdan bakarak tahmin yürüterek büyük bir Allah dostu hak kında
kötü zan beslemesi asla caiz değildir. Bu fakirin de başından böyle bir olay
geçmişti. İnkarcı biri ile münakaşadan sonra Efendi Hazretlerine müracaat
ettiğimde onlara nasıl cevap vereceğimizi sormuştum. Buyurdular ki; ‘Onlara
cevap vermekle uğraşmaya gerek yok, laf anlamazlar.’ Bundan sonra asla ehli
olmayanlarla, yüce Nakşi yolu hakkında tartışmak veya onlara cevap vermek
düşüncesi bende kalmadı, elhamdulillah.
[5] Musa aleyhis-salatü vesselam’a vakı
olan Tur dağının toz olması tecellisi neticesinde o büyük peygamber bayılıp
düşmüştür. Bizim peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden olan
alimler ve ariflere olan tecelliler karşısında dayanmak ve bu tecellilerden
hissedar olmak, yine o şanlı Peygamberimizin bereketi hürmetine olmaktadır.
[6] Bu ifadelerden kadınların örtüsünün
ne kadar büyük fazilet ve kıymet taşıdığını anlamak gerekir. Yani, örtünen
kadınlara Allahu tealanın ne kadar çok rahmeti ile muamele ettiğini burdan
anlamak lazımdır. Hadisi şerifte ‘Ahıret hurilerinden birinin baş örtüsünün
ucu semadan aşağı sarkıtılsa, onun nurundan göneşin ışığı söner’
buyrulmuştur. Buna göre farz olan örtünün nuru ve kemalatı, elbette hurinin
örtüsünden kat kat fazla olduğu anlaşılır. Diğer islam nişanlarındaki (sakal-sarık-abdest-namaz-oruç
gibileri) nuru ilahi’yi de bur dan anlamak lazımdır.
[7] Bütün bunlarda ortaya çıkan netice;
salik sâfi kalble zikrederek manevi yardımla temiz-lenerek öyle bir hale
gelirki, artık eşyadaki ilahi tasarruflardan ona kapılar açılır da Mevla
teala’nın sanatını müşahede eder. Hayran oldukça hayran kalır, Rabbisinin hünerlerini
müşahede eder, O’na ulaşmak için arzusu artar. Bu hususla alakalı olarak Âli
İmran suresindeki 190-191.ayetler bize ışık tutmaktadır. “Onlar, ayakta iken,
otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı zikrederler,
göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.“ Bu tefekkürleri
neticesinde kalbleri uyanınca "Sen bunları boşuna yaratnmadın!..."
diyerek diyazda bulunurlar.
[8] yüce dost-Mevla Teala.
[9] Yani, batın ki ruh tarafıdır, onun
zahir ile alakası kesilince artık zahirin işlerinden tesirlen-mez ve devamlı
olarak Mevla teala ile beraberliğini muhafaza eder. Zahir taraf ki beden
dediğimiz cesettir, onun lezzetlendiği şeyler ruha tesir etmez. Bu durum ruhun,
bedenin esaretinden kurtulup tamamen Rabbisine yöneldiği zamanda mümkün olur.
Kesret, çok fazla şeyle alaka kurmak. İkilik, birden
gayrısını görmek hali.
[10] Fena: Yok olma hali. Düşük
ilimlerden yüce ilimlere ulaşmak. Salikin, nuru ilahide kendi varlığını
kaybetmesi. Bu durum evvela mürşidin nurunda erimekle başlar, sonra Resulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in nurunda eriyip yok olma haline ulaşılır. Daha
sonra Allahın nurunda erimek/yok olmak hali gelir. Mesela, şiddetli ışık karşısında
duran kişinin gözleri kamaşınca artık hiçbir şeyi göremez, hatta kendini bile.
[11] İlmi teayyün: İlimde
belirlemek. Allahu tealanın bütün kainatı evvela ilminde belirlemesi.
[12] Bu hale ulaşınca salik, suretten
hakikata adım atar, imanı ve ibadetleri artık suretten kurtulup hakiki olmaya
başlar. İşte tarikatın kişiyi ulaştıracağı hakiki iman ve ihlas, ancak bu
durumda tahakkuk etmeye başlar.
[13] Bu ve diğer seyirlerde müşahede
edilen şeylerden maksad, ilmen bilinen şeylerin müşa-hede ettirilerek imanın gaybi
olmaktan, müşahede ile yakini olmaya ulaşmasını hasıl etmektir.
[14] İstihlak: yok olmak, kendini
kaybetmek. İstiğrak: İlahi aşkta
kendini yitirmek. Bu hallere dalan salik
kendini kaybeder ve zikrin lezzetine dalarak hislerinden haberdar olamaz. İşte
bazı saliklerin, şeriatın zahirine muhalif sözleri söyledikleri haller budur.
Kamil ve mükemmil mürşidin terbiyesi altında seyreden müridler, bu hallerde
kendilerini muhafaza ederler, yaşantıları ve sözleriyle asla şeriata muhalif
olmazlar.
[15] Cezbe makamı: Mevla tealanın
kulunu manevi bir haz ile kendine çekmesine cezbe denir. Bu çekilme ile mürid,
seyri sülük mesafelerini aşar. Bu mesafeler tamam oldukta cezbe makamları da
biter ve yeni bir merhale başlar.
[16] Bu konuyu anlamak için şöyle bir
açıklama yapalım: Allahu teala’nın sıfatları zatından başka olup zaid olarak
mevcuttur. Buna sıfat mertebesi denilir. Ehli Sünnet akaid kitapla-rının beyan
ettiği sıfatlar bunlardır. Bu sıfatlar da Allah’ın Zat’ı gibi ezelidirler.
Ancak sıfatlar Zat’tan ayrı olarak bulunmazlar. Bu inceliği ifade için
“Sıfatlar Zat’ın ne aynısı ve ne de gayrısıdır" denilmiştir. Fakat
sıfatlardan öteye geçip sırf Allah’ın Zat’ını bilmek istersek bakarız ki Allahu
teala’nın Zatı, diridir, bilir, işitir, gürür, tekellüm eder, irade eder, kadirdir,
yaratıcıdır. Yani bütün olgunluklar Allahu teala’nın Zat’ında mevcuttur. O
halde sıfatlar, kainat ile Zat-ı Mukaddes Rabbimiz arasında aracıdırlar. Şimdi
deriz ki, salik manevi yolculukta başarılı olup sıfatlar muamelesini geçerek
Zat’a ulaşırsa artık sıfatları görmez olur, onları Zat’tan ayrı bulamaz ve
bilemez olur. Daha sonra geri dönüş başlarsa tekrar sıfatlar mertebesine iner
ve bunları aslı olan Zat’tan ayrı olarak bulur. Kendini de bu sıfatlardan ayrı
olarak bulur. Bütün kemalatları gerçek sahibi olan Zat’a verince kendinde
hiçbir hayır ve güzellik göremez; kendini boş bir halde bulur. Daha evvelce
istiğrak halinde ilahi nurlara gark olduğundan Zat-ı ilahinin nurlarını,
sıfatlarını ve kendini birbirinden ayırt edemezdi. Fakat ayıklık hali olan inişe
başlayınca artık gerçek ve şeriata uygun marifetlere kavuşunca, işin aslın ona
açılmış olur ve Zat’ı, sıfatlarını ve kendini ayrı ayrı bulur.
< Önceki |
---|