Yazdır

Tarikat - Allaha Giden Hususi Yol- 2. Bölüm

 

BÂTINDA SEYR

       Ey evlat! Batındaki seyirden ne yazayım, o seyrin haline uygun olan örtmek ve gizlemektir. Bu makam dan bir parça açıklayalım: ismi zahir-deki seyir, sıfatlarda zatı düşünmeksizin olan bir seyirdir. İsmi batındaki seyir her ne kadar isimlerde seyir ise de, fakat onlarda zat mulahaza olunur. Şu isimler perdeler gibi yüce ve mukaddes Hazreti Zatın vechini örtücüdürler.

Mesela: ilim sıfatında Zat asla mülahaza olunmaz. Alim isminde ise sıfatların perdeleri ötesinden Zat mülaza olunur, zira alîm kendisi için ilim sabit olan zattır. Bu yüzden ilimde seyir zahir isimde seyirdir. Alim de seyir batın isminde seyirdir.[1] Diğer isim ve sıfatları bunun üzerinde kıyas et.

       Şu batın ismiyle alakalı isimler yüce melek cemaatinin mebde-i teayyünleridir. (peygamberimiz ve on lar üzerine salatlar ve tahiyyeler olsun) [2]

       Şu isimlerde seyire başlamak yüksek melek cemaatinin velayeti olan velayeti ulyaya adım basmaktır. [3]

       İlim ile alim arasında ismi zahir ile ismi batının açıklaması anında zikr edilen farkı küçük bir şey olarak tehayyül etmeyesin, ilimden alime az bir mesafe olduğunu zan etmeyesin, belki yerin merkezi ile arşın üstünün arasındaki farkın, şu farka göre damlanın uçsuz bucaksız denize nisbeti hükmü vardır. Bu söz konuşmakta yakın, hasıl olmakta çok uzaktır. [4]

       Geride kısa yol üzere beyan edilen makamların zikride bu kabildendir. Mesela ‘alemi emirden şu beş latifeyi aşınca ve bunların asıllarında seyre başlayınca muhakkak imkan dairesi tamam oldu’ sözümüz gibi, muhakkak şu ibarede tamamıyla seyri ilallah zikr edilmiştir, halbuki şu seyirin müddetinin hasıl olması nı elli bin sene ile takdir ettiler.

‘Melekler ve Ruh, ona miktarı elli bin sene olan bir günde yükselirler’ ayeti kerimesinde, bu manaya işaret vardır. [5]

       Bu babda son söz, saltanatı yüce olan Hak Tealanın yardım cezbesi (çekişi), neredeyse şu uzun müddetin işini göz açıp kapayıncaya kadar hasıl edecek. [6]

       Mısra:

Keremler ile birlikte olan işte zorluk yoktur.

       Aynı şekilde dedik ki ‘İsim, sıfat, şanlar ve itibarlar dairesini aşınca ve bunları asıllarında seyir vaki olunca…’ bütün isim ve sıfatları aşmak telaffuzda kolay fakat aşmak anında müşkildir, hemde ne müşkil. Bu (mesafeyi) aşmanın zorluğundan dolayı meşayıh (vusül menzilleri sonsuzlara dek kesilmez) demiştir. Seyrin tamam olmasını men ettiler yani şu mertebelerde nihayete varmasını (mümkün görmediler) [7]

     Şiir:

       Onun güzelliği için sınır ve son yok.

Sa’dinin medhi için nihayet yok.

        Onu sulayan susuzluktan ölür.

Deniz, evvelki gibi deniz olarak kalır.

       Zannetmeyesin ki onlar (meşayıh), zati tecelliler itibarıyla vusul merte belerinin tükenmesinin olmadığına hükmettiler, sıfatların tecellisi itibarıyla değil; husun (güzellik) ile zati güzelliği murad ettiler, sıfati güzelliği değil; zira biz deriz ki zati tecelliler, şanlar ve itibarların mülazası olmaksızındır. Zati güzelliğin zuhuru, cemal sıfatlarının perdesi ile örtünmeksizin değildir. Zira bu makamda astar ve perdelerin aracılığı olmaksızın kîl-ü kâle (dedi-koduya) imkan yoktur.        

‘Allahı bilenin lisanı tutulur’ [8]

       Tecelli, zılliyetten bir çeşit gerektirir.[9] Bu makamda şanların mülaha-zasından ayrılık yoktur. Vusül menzilleri ve güzellik mertebeleri, şuunat ve isimler dairesine dahil olur. Halbuki bu menzillerin kesilmesi onlara göre imkansızdır. Bu dervişe zahir olan iş tecellilerin ötesi ve zuhuratların gayrısıdır. İsterse bu zati tecelli olsun isterse sıfatı tecelli olsun. Ve bu güzellik ve cemalin ötesidir. İsterse zati güzelik veya sıfatı güzellik olsun, eşittir.[10]

       Hasılı kelam, yüksek matlabları ve değerli maksad ları, değersiz ve kısa yazı ipine icmal yolu üzere dizdim, nihayeti olmayan denizleri birkaç bardağa doldurdum sakın kısa görüşlülerden olma.[11]

       Asıl sözümüze dönelim deriz ki: ne zaman uçmak hasıl olunca ve ismi zahir ile ismi batın iki kanatı hasıl olduktan sonra yükselişler vaki olunca, bilindiki şu yükselişler asaletle toprak unsurunun nasibidir.[12] Hava unsurunun ve su unsuru ki, keremli melekler içindir (Peygamberimiz ve onlar üzerine salat selam olsun) aynı şekilde bu makamlardan nasibi vardır. Haberde varid olduğu gibi ‘bazı melekler ateş ve kardan yaratılmıştır, tesbihi:

'kar ve ateş arasını toplayan zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim’dir’ [13]

       Rüyamda şu seyir esnasında bana gösterildi ki, sanki ben bir yol üzerinde yürüyücüyüm, muhakkak benim için çok yürümekten dolayı yorgunluk hasıl oldu. Yürümeye kudret hasıl olması ümidiyle, onların yardımı ile yaslanmak için sopa ve otlara yapışır oldum, bu mümkün olmadı. Bütün otlara yürümeme takviyesini temenni ederek yapışır ve tutunur oldum. Yürümekten ayrılık bulamadım.

Bu hal ile bir müddet yürüyünce bir beldenin kenar mahallesi göründü. Şu kenar mesafeyi geçtikten sonra belde ye girdim. Bildim ki şu belde teayyünü evvelden ibarettir ki o bütün isimler, sıfatlar, şanlar ve itibarlar mertebelerini toplayıcıdır. Aynı şekilde şu mertebelerin asıllarını ve şu asılların asıllarını da toplayıcıdır. Bazısı bazısından temayüz eden (ayrılan) zati itibarların nihayeti, ilmi husuliye müna-sibdir.

Bundan sonra seyir vaki olursa ilmi huzuriye münasib olur.

       Ey evlad! Şu Hazrete, ilmi husuli ve huzuri söylenmesi ancak temsil ve nazir itibarı iledir. Zira mukaddes ve yüce olan zatın varlığı üzere zait olan sıfatların ilmi, ilmi husuliye münasibdir. Asla, zat üzerine ziyadesi tasavvur olunmayan zatı itibarların ilimi, ilmi huzuriye münasibdir. Eğer böyle değilse o makamda bilinenden bir şey hasıl olmaksızın bilinen ile ilim arasında  (bulunan) alakadan başka bir şey yoktur. (meseleyi iyi anla)

       Belde-i caima olan şu teayyünü evvel, bundan kina yedir, bütün keremli peygamberlerin ve büyük meleklerin velayetlerinin tamamını cem edicidir. (üzerlerine salat ve selam olsun)[14]

       Velayeti ulyâ ki, asaletle yüksek melek cematına mahsustur, onun da nihayeti burasıdır. Şu makamda mülaha za olundu ki, şu teyyünü evvel Hakikatı Muhammediye o mu, değil mi. Sonra beyan oldu ki Hakikatı Muhammediye geride zikrettiğim şeydir. Üzerine teayyünü evvel diye söylenmesi şu merkez, isimler, sıfatlar ve itibarları cem etmesi itibarıyla şu teyyünü evvelin gölgesidir.

       Şu beldeden yukarı vaki olan seyir nübüvvet kemalatına başlamak olur. Şu kemalatların hasıl olması peygamberlere mahsusutur.(üzerlerine salat ve selam olsun). Ve nübüvvet makamından ortaya çıkıcıdır. Aynı şekilde peygamberlerin kamil tabileri için tebaiyyetle şu kemalattan nasib vardır. Şu kemalatlar dan asaletle bol nasib, insana ait olan latifeler arasından toprak unsuruna aittir. İnsana ait diğer cüzler isterse alemi emirden isterse alemi kalbden olsun hepsi şu makamda toprak unsuruna tabidir. Ona tabi olarak şu devlet ile şereflenmişlerdir.

       Şu toprak unsuru insan oğluna ait olunca beşerin havassı meleklerin havassından zaruretle efdal oldu. Zira hiç biri için hasıl olmayan şey, şu toprak unsuru için hasıl oldu.

       Yakınlaştıktan sonra şu makamda ‘tedelli’ nin hakikatı ortaya çıktı. O makamda ‘Kabe kavseyni ev edna’ sırrı açıldı.[15] Şu seyirde görüldüki bütün velayetlerin kemalatları isterse suğra veya kübra veya ulya olsun tamamı nübüvvet makamının kemalatlarının zıllidir. Onlar şu kemalatların hakikatı için  misal ve karaltılardır.[16] Orada açığa çıktı ki  şu seyir kapsamında kat’ edilen bir nokta, bütün velayet kemalatlarından daha fazladır.

Düşünmek gerekir ki bu kıyasla, geçmiş kemalatların hükmü şu kemalatların tamamına nisbetle ne olur. Damla için, uçsuz bucaksız denize nisbet vardır. Şu nisbet burada yoktur. Şu kadar var ki ben derim ki, nübüvet makamına göre velayet makamının nisbeti, nihayeti olanı niha-yeti olmayana nisbet gibidir.

‘Sübhanellah’ bu sırrı bilmeyen muhakkak der ki, ‘velayet, nübüvvet-ten efdaldir.’ Şu muameleden gafil olduğu halde bu sözü izah hakında başka birisi der ki:  ‘Peygamberin velayeti onun nübüvvetinden efdaldir’ Ağızlarından çıkan söz ne büyük oldu. [17]

       Allahu subhanehu’nun yardımıyla ve Habibi’nin bereketiyle (onun ve âlinin üzerine salat ve selam olsun) aynı şekilde şu seyri de tamamlayınca, bana gösterildi ki  faraza seyrimde bir adım ziyade etsem, elbete halis yokluğa düşerim, çünkü bunun ötesine halis yokluktan başka bir şey bulunmadı.

       Ey evlad! Şu muamelede  ‘anka kuşu muhakkak tuzağa düştü, yaban kedisi muhakak ağa takıldı’ diye vehmine düşürmekten sakın.[18]

Şiir:

       Ankayı hiç kimsenin yakalaması uzak oldu.

Davanı terk et, şu işten uzakta ol.

       Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah ötelerin ötesidir, sonra ötelerin ötesidir.

     Şiir:

       Şu yücelik kasrının balkonları yücedir.

Oraya ulaşmak arzusundan sakının.

       Şu ötelerde olmak, perdelerin bulunması itibarıyla değildir, çünkü perdeler tamamıyla yükselici olmuştu. Belki bulmaya zıt olan, anlamaya mani olan, kibriya ve azametin subutu itibarı iledir. [19]

Allahu subhanehu varlıkta çok yakın, bulmaktan çok uzaktır. Evet! Muradlardan bazı kamiller bulunur Peygamberlere tabi olmakla (üzerlerine salat ve selam olsun) kibriya ve azamet çadırlarından bir mahelle verilir, celal çadırının mahremlerinden yapılırlar ve onlar ile birlikte muamele olunurlar.

       Ey evlad! Şu muamele, alemi emir ve halkın toplamında ortaya çıkan insana ait olan heyeti vahdaniyeye mahsustur. Bununla bereber bu makamda reis toprak unsurudur. [20]

       Ancak ‘onun ötesinde halis yokluktan başka bir şey bulunmaz’ dedim, zira ilmi varlık ve harici varlık mertebelerinin tamamından sonra  yokluğun husulünden başka bir şey yoktur.[21] O yokluk ki, varlığın zıttıdır. Allahu subhanehu’nun zatı, şu varlık ve yokluğun ötesindedir. Nasıl ki yokluk için o zata (ulaşan) yol yoktur, aynı şekilde varlık için de yol yoktur. Çünkü zıttı olarak yokluğun bulunduğu varlık, şanı yüce olan Hazreti Zata nasıl layık olsun. Eğer şu mertebede ibare darlığından dolayı varlık diye söylemişsek, onunla kendisine yokluğun zıt olmasına imkan bulunmayan bir varlık kast olunur. [22]

       Şu fakir bazı mektublarında yazdığı şey ki, ‘Hak Sübhanehü Hazretlerinin hakikatı sırf varlıktır’ bu söz şu muamelenin hakikatine muttali olamadığındandır.  Vahdeti vucud ve başka şeyler hakkında yazdı ğım bazı merifetler de bu kabildendir. Bunun sırrı (meselenin hakika-tından) haberdar olunmamaktır. Ne zamanki muamelenin hakikatı tenbih olup vakıf olundu, (o vakit) ilk başta ve orta halimde söylediğim veya yazdığım şeyler üzere pişman oldum, bunlardan istiğfar eder oldum

‘Allahu sübhanehü ve Teala Hazretlerinin çirkin gördüğü şeylerin tamamından tevbe ettim, Allaha yöneldim ve ondan affımı dilerim.’ [23]

       Şu açıklamadan ortaya çıktı ki, nübüvet kemalatları yükseliş mertebelerindedir. Yüz, nübüvvet yükselişlerinde Hak Subhanehu Hazretlerine doğrudur; bazıların zannetiği gibi ‘velayette yüz, Hak Subhanehu Hazretlerine doğru, nübüvvettte maklukata doğru’ Ve ‘velayet, yükseliş mertebelerinde, nübüvvet iniş derecelerinde’ değildir. Bundan dolayı velayetin nübüvvetten efdal olduğunu vehmettiler.[24]

       Evet velayet ve nübüvvetten her birerleri için yükseliş ve iniş vardır. Yükselişte yüz her ikisinde Hakka doğrudur, inişte ise halka doğrudur.

Bu babda netice söz nübüvvetin iniş mertebelerinde yüz tamamıyla halka doğrudur velayetin inişi bunun hılafınadır, zira orada yüz tamamıyla halka doğru değil, belki batını Hak ile zahiri halk iledir.

       Bunun sırrı: velayet sahibi yükseliş makamlarını tamamlamadan evvel inicidir, şüphesiz bakışı yukarıya doğru olur, bütün vakitlerde onunla çekişir ve onu tamamıyla halka yönelmekten men edicidir.

Nübüvvet sahibi onun hılafınadır, zira o yükseliş makamlarını tamamladıktan sonra indi. Bu sebebten dolayı tamamıyla halkı Hak celle ve alâya davet edici olur. İyi anla! Zira şu şerefli marifet ve bunun gibileri hiç kimsenin kendisiyle konuşmadığı şeylerdendir. [25]

       Bilinmesi lazım gelen şeylerdendir ki toprak unsuru, nasıl ki yükseliş mertebelerinde hepsinin üstündeydi aynı şeklide iniş menzillerinde de hapsinden aşağı iner. Nasıl böyle olmasın! zira onun tabii mekanı hepsinden aşağıdır. Onun hepsinden aşağı inişi sabit olunca ona sahip olanın daveti zaruretle en tamam olur, ve faide vermesi en mükem-mel olur.[26]

       Bilki ey evlat! Nakşi tarikatında seyrin ibtidası alemi emirden olan kalbten olunca sözü alemi emir ile açtık, diğer meşayıhı kiramın yolları bunun hilafınadır. 

Zira onlar, evvela nefsin tezkiyesine ve kalıbın temizlenmesine başlarlar. Bundan sonra alemi emre başlarlar, orada Allahu Teâlâ’nın dile-diği yere kadar yükselirler. İşte bu sebebten şu büyüklerin başlangıcına diğerlerinin sonu girdirildi. Bu yol, yolların en kısası oldu, çünkü tezkiyenin ve temizlenmenin meydana gelmesi, şu seyirde en güzel bir vecih üzere ele geçer ve bu sebeble mesafe kısa olur. Şüphesiz şu büyükler, alemi halkdan seyre kast ederek başlamayı abes bildiler ve onu boş kalmak kabul ettiler. Hayır! Bilakis yakinen anladılar ki o (alemi halktan başlamak) zararlıdır ve matluba ulaşmaya mani olucudur.

       Bunun açıklaması: çünkü diğer tarikat yolcuları tezkiyeyi, meşakkatli riyazatları, şiddetli mücahe deleri önce yaparlar, alemi haklın suret vadilerini aştıktan sonra, alemi emirde seyre başlayınca ve kalbin cezbelenme-sine ve ruhun lezzetlenmesine çokca vaki olunca, bu cezbelenme ile kanaat ederler, şu lezzetlenme ile iktifa ederler.[27]

       Alemi emrin, la mekani zan edilmesi onlara şu muamelede yardımcı olur. Şu alemin lâmisli olma kokusu, hakiki lâmisli olan (Allah) dan onları men eder. Hatta bu sebeble şu makamda seyr edenler den bir tanesi şöyle dedi:

‘Ruha, onu Hak Sübhanehü ve Teala  olduğuna inanarak otuz sene ibadet ettim.’

Bir diğeri şöyle dedi: ‘İstiva sırrı arşın üstünün münezzeh zuhuru, derin marifetlerdendir’.

Geride geçen açıklamadan muhakkak bilindi ki, şu tenzih işi imkan dairesine dahildir,[28] belki o hakikatte tenzih suretinde bir teşbihtir. Şu yüce tarikatın büyükleri (bunların) hilafınadır. Zira onlar cezbe makamından seyre başlarlar ve lezzetlenmenin yardımıyla yükselirler, şu cezbelenmek ve lezzetlenmek onlar hakkında, diğerleri hakkındaki mücahedeler ve münazaalar mesabesindedir. Diğerlerinin ulaşmasına mani olan şey, şu büyüklere yardımcı ve imdatçıdır. Onlar alemi emrin lâmekansızlığını, mekanlı olmanın ta kendisi olarak tasavvur ederler ve ondan hakiki olan lâmekaniye doğru yönelirler.[29] Şu âlemin lâ misli olmasını, misli olmanın aynısı olarak itikad ederler, ondan hakiki olan lâ misliye yükselirler. Şüphe yok ki onlar, hal ve iç buluşların aldanması ile fitnelenmezler, şu yolun cevizleri ile, misal ve benzerlik muzlarıyla çocuklar gibi aldanmazlar. Sofiyenin hoş sözlerine değer vermezler. Meşayıhın güzel sözleri ile övünmezler, belki onlar sırf Ehadiyyet’e yönelicidirler. İsim ve sıfattan, mukaddes zattan başkası ile aldanmazlar.[30]



[1] Her sıfatın  icmali ve tafsili vardır. İcmali asıl olup tafsili zıllidir. Bütün bunları seyr etmek zahir isimde seyr olur. Burada sıfatın sahibi düşünülmez. Fakat o sıfatın sabit olduğu Zat (Allah Teâlâ) düşünülmeye başlayınca o sıfatın batınında seyr olur.

[2] Meleklerin yaratılışının başı bu isim ve sıfatların batınına dayanır.

[3] Velayeti ulya meleklerin velayeti demektir.

[4] Arş ile yer arasında elli bin senelik mesafe olduğu düşünsek deniz ile damla arasında bir alaka kursak bunların tasavvuru bir nebze düşünülebilir, fakat zahir ile batın ismi arasındaki fark bunlara kıyas edilmez.

[5] (Meâric Suresi Ayet: 4)

[6] Bu kadar uzun mesafeleri aşmaya insanın ömrü yetmez. Bu ancak Allahın yardımıyla olur.

[7] İsim ve sıfatların tafsili ve icmali seyirlerine itibarla mevlaya ulaşmanın nihayete ermesini mümkün görmediler.

[8] Vusul menzillerinin tükenmediğini söyleyen meşayıh bunu sıfatlar ve

onların zılleri itibarıyla söylemiştir. Zira o tafsilat tükenmez. Zat itibarıyla vusul tükenmez demek istememişlerdir.

[9]  Tecellide zatın kendisi acılmaz. Ya onun sıfatları veya onunla alakalı şanlar ve itibarlar mülahaza edilir, henüz zatın kendisi tecelli etmemiş, zahir olmamıştır.

[10] Sıfatlar ve şanlar da seyreden zata ulaşamadıkça unun vuslatı bulması tabiki imkan-sızdır. Fakat İmam-ı Rabbani gibisi daha ötelere davet edildiği için, ona göre diğerlerinin bulduğu zılde kalır.

[11] Az söz ile pek çok sırları ve marifetleri beyan etmiş oldu, fakat bunları anlamak kim için mümkün!

[12] Bedende bulunan toprak cüzü yükselmekte ve inişte en ileride bulunur. Diğer cüzler ona tabidir.

[13] Varlığı ateş ve suyun karışımından olan melekler bu şekilde tesbih etmekte! Burdan anlaşıldığına göre Allahu Teâlâ dilerse zıtları bir araya cem edebilir.

[14]  Manevi haller bir belde suretinde gösterilmiştir.

[15] Necm Suresindeki ayetin sırrına vakıf oldu.

[16] Bütün velayetler, nübüvvet kemalatından kaynaklandıkları için onun zıllarıdırlar.

[17] Kehf Suresi

[18] Tamam! Mevlayı buldum, maksuda ulaştım zannetme!

[19] Mevla Tealanın azameti ve kibriyası onu anlamaya manidir. Nasıl ki en parlak vaktinde güneşe bakılınca ışıkların çokluğundan güneşin kendisi görünmez, hatta fazla bakılırsa gözler kör olur.

[20] Heyeti vahdaniye bütün ruh ve beden latifelerinin  bir hizaya gelip aralarındaki çekişmeyi kaldırarak birbirine uyum sağlaması ile yeni bir varlığın ortaya çıkması hali. Her latifeden kaynaklanan huylar ve kuvvetler değişiktir. Mesela; hava suya benzemez, toprak ve ateş birbirine uyum sağlamaz. Fakat manevi terbiye ile bütün bu kuvvetler bir hizaya getirilerek uyum sağlandı. 

[21] İlmen ve hariçte bulunan her şey kalb gözünden silinince geriye sadece yokluk kalır.

[22]  Varlık iki kısımdır: Birincisi hakiki varlık ki bu vacibul vucud olan Allahu Teâlâdır. İkincisi yokluktan var edilen bizim ve bu kainatın varlığı. Bu varlığımız ve bunun zıddı olan yokluk birbirine zıtlıkla münasebet kurmuştur. Bunların hiç birisi Mevlaya ulaşamaz. 

[23] Bu zamanda bir ayet veya birkaç hadisis şerifi yanlış belleyerek bilgiçlik taslayanlar; kendileri manevi yolu tamamlamayıp evliyalıktan bahsedenler acaba söylediklerinden pişman olup tevbe etmeyi düşünürlermi?

[24] Nübüvvet ve velayet te yükseliş vardır. Yükselirken yüz Mevla’ya doğrudur. İnişte ise mahlukata doğrudur.

[25] Veli Mevla Tealâ’yı kazanmak ve onun nurlarında erimekle yetinir. Nübüvvet makamının asıl sahibi olan peygamber aleyhisse lam insanları Allahu Teâlâ’ya davetle vazifeli olarak mahlukatın arasına döner. Bü yüzden en aşağıya iner ve herkesi davet eder. Aynı şekilde bu nübüvvet kemalatını elde eden kamil velilerde davet makamına ulaşınca en aşağı inerler.

[26] En aşağıya inen herkesin seviyesine inerek daveti umumi yapar. Herkes ile ve her husus ile ilgilenir.

[27] Evvela nefis terbiyesi ile işe başlayanlar bunu tamamlayıp ruha gelince bu anda kendilerine verilen bir cezbe ile manevi hallere daldırarak yetinirler, ilerisini aramazlar. Fakat Nakşi büyükleri nin yolunda iş ruh terbiyesi ile başlar. Bu sırada sünnete ittiba ile zaten nefsin istekleri kırılır ve ayrıca nefis terbiyesine gerek kalmaz. Bunun için bu yolda diğerlerinin sonda vardığı makam başta elde edilir. 

[28] Arşın üstü  zılal dairesinin başlangıcı idi. Münezzeh Hak Teâlâ bunların bulduğu değildir. Bunlar işi karıştırmişlar, zira kılavuzları noksan olunca kendileri nereye varsın!

[29] Lâ mekansız olan ruhu mekanlı gibi kabul ederek ona yönelmekten ayrılıp hakiki lâ mekan olan mevlaya yönelirler.

[30] Manevi halleri, cezbe ve lezzetlenmeleri bırakırlar, isim ve sıfatlarda kalmayıp Mukaddes Mevlanın Zatına rağbet ederler.