BÂTINDA SEYR
Ey evlat! Batındaki seyirden ne yazayım,
o seyrin haline uygun olan örtmek ve gizlemektir. Bu makam dan bir parça
açıklayalım: ismi zahir-deki seyir, sıfatlarda zatı düşünmeksizin olan bir
seyirdir. İsmi batındaki seyir her ne kadar isimlerde seyir ise de, fakat
onlarda zat mulahaza olunur. Şu isimler perdeler gibi yüce ve mukaddes Hazreti
Zatın vechini örtücüdürler.
Mesela: ilim sıfatında Zat asla mülahaza olunmaz. Alim isminde ise
sıfatların perdeleri ötesinden Zat mülaza olunur, zira alîm kendisi için ilim
sabit olan zattır. Bu yüzden ilimde seyir zahir isimde seyirdir. Alim de seyir
batın isminde seyirdir.[1] Diğer
isim ve sıfatları bunun üzerinde kıyas et.
Şu batın ismiyle alakalı isimler yüce
melek cemaatinin mebde-i teayyünleridir. (peygamberimiz ve on lar üzerine
salatlar ve tahiyyeler olsun) [2]
Şu isimlerde seyire başlamak yüksek
melek cemaatinin velayeti olan velayeti ulyaya adım basmaktır. [3]
İlim ile alim arasında ismi zahir ile
ismi batının açıklaması anında zikr edilen farkı küçük bir şey olarak tehayyül
etmeyesin, ilimden alime az bir mesafe olduğunu zan etmeyesin, belki yerin
merkezi ile arşın üstünün arasındaki farkın, şu farka göre damlanın uçsuz
bucaksız denize nisbeti hükmü vardır. Bu söz konuşmakta yakın, hasıl olmakta
çok uzaktır. [4]
Geride kısa yol üzere beyan edilen
makamların zikride bu kabildendir. Mesela ‘alemi emirden şu beş latifeyi
aşınca ve bunların asıllarında seyre başlayınca muhakkak imkan dairesi tamam
oldu’ sözümüz gibi, muhakkak şu ibarede tamamıyla seyri ilallah zikr
edilmiştir, halbuki şu seyirin müddetinin hasıl olması nı elli bin sene ile
takdir ettiler.
‘Melekler
ve Ruh, ona miktarı elli bin sene olan bir günde yükselirler’ ayeti
kerimesinde, bu manaya işaret vardır. [5]
Bu babda son söz, saltanatı yüce olan
Hak Tealanın yardım cezbesi (çekişi), neredeyse şu uzun müddetin işini göz açıp
kapayıncaya kadar hasıl edecek. [6]
Mısra:
Keremler
ile birlikte olan işte zorluk yoktur.
Aynı şekilde dedik ki ‘İsim, sıfat,
şanlar ve itibarlar dairesini aşınca ve bunları asıllarında seyir vaki olunca…’
bütün isim ve sıfatları aşmak telaffuzda kolay fakat aşmak anında müşkildir,
hemde ne müşkil. Bu (mesafeyi) aşmanın zorluğundan dolayı meşayıh (vusül
menzilleri sonsuzlara dek kesilmez) demiştir. Seyrin tamam olmasını men ettiler
yani şu mertebelerde nihayete varmasını (mümkün görmediler) [7]
Şiir:
Onun güzelliği için sınır ve son yok.
Sa’dinin medhi için nihayet yok.
Onu sulayan susuzluktan ölür.
Deniz, evvelki gibi deniz olarak kalır.
Zannetmeyesin ki onlar (meşayıh), zati
tecelliler itibarıyla vusul merte belerinin tükenmesinin olmadığına
hükmettiler, sıfatların tecellisi itibarıyla değil; husun (güzellik) ile zati
güzelliği murad ettiler, sıfati güzelliği değil; zira biz deriz ki zati
tecelliler, şanlar ve itibarların mülazası olmaksızındır. Zati güzelliğin
zuhuru, cemal sıfatlarının perdesi ile örtünmeksizin değildir. Zira bu makamda
astar ve perdelerin aracılığı olmaksızın kîl-ü kâle (dedi-koduya) imkan
yoktur.
‘Allahı
bilenin lisanı tutulur’ [8]
Tecelli, zılliyetten bir çeşit
gerektirir.[9]
Bu makamda şanların mülaha-zasından ayrılık yoktur. Vusül menzilleri ve
güzellik mertebeleri, şuunat ve isimler dairesine dahil olur. Halbuki bu
menzillerin kesilmesi onlara göre imkansızdır. Bu dervişe zahir olan iş
tecellilerin ötesi ve zuhuratların gayrısıdır. İsterse bu zati tecelli olsun
isterse sıfatı tecelli olsun. Ve bu güzellik ve cemalin ötesidir. İsterse zati
güzelik veya sıfatı güzellik olsun, eşittir.[10]
Hasılı kelam, yüksek matlabları ve
değerli maksad ları, değersiz ve kısa yazı ipine icmal yolu üzere dizdim,
nihayeti olmayan denizleri birkaç bardağa doldurdum sakın kısa görüşlülerden
olma.[11]
Asıl sözümüze dönelim deriz ki: ne zaman
uçmak hasıl olunca ve ismi zahir ile ismi batın iki kanatı hasıl olduktan sonra
yükselişler vaki olunca, bilindiki şu yükselişler asaletle toprak unsurunun
nasibidir.[12]
Hava unsurunun ve su unsuru ki, keremli melekler içindir (Peygamberimiz ve
onlar üzerine salat selam olsun) aynı şekilde bu makamlardan nasibi vardır.
Haberde varid olduğu gibi ‘bazı melekler ateş ve kardan yaratılmıştır, tesbihi:
'kar ve ateş arasını toplayan zatı, noksan sıfatlardan tenzih
ederim’dir’ [13]
Rüyamda şu seyir esnasında bana
gösterildi ki, sanki ben bir yol üzerinde yürüyücüyüm, muhakkak benim için çok
yürümekten dolayı yorgunluk hasıl oldu. Yürümeye kudret hasıl olması ümidiyle,
onların yardımı ile yaslanmak için sopa ve otlara yapışır oldum, bu mümkün
olmadı. Bütün otlara yürümeme takviyesini temenni ederek yapışır ve tutunur
oldum. Yürümekten ayrılık bulamadım.
Bu hal ile bir müddet yürüyünce bir beldenin kenar mahallesi göründü. Şu
kenar mesafeyi geçtikten sonra belde ye girdim. Bildim ki şu belde teayyünü
evvelden ibarettir ki o bütün isimler, sıfatlar, şanlar ve itibarlar
mertebelerini toplayıcıdır. Aynı şekilde şu mertebelerin asıllarını ve şu
asılların asıllarını da toplayıcıdır. Bazısı bazısından temayüz eden (ayrılan)
zati itibarların nihayeti, ilmi husuliye müna-sibdir.
Bundan
sonra seyir vaki olursa ilmi huzuriye münasib olur.
Ey evlad! Şu Hazrete, ilmi husuli ve
huzuri söylenmesi ancak temsil ve nazir itibarı iledir. Zira mukaddes ve yüce
olan zatın varlığı üzere zait olan sıfatların ilmi, ilmi husuliye münasibdir.
Asla, zat üzerine ziyadesi tasavvur olunmayan zatı itibarların ilimi, ilmi
huzuriye münasibdir. Eğer böyle değilse o makamda bilinenden bir şey hasıl
olmaksızın bilinen ile ilim arasında
(bulunan) alakadan başka bir şey yoktur. (meseleyi iyi anla)
Belde-i caima olan şu teayyünü evvel,
bundan kina yedir, bütün keremli peygamberlerin ve büyük meleklerin
velayetlerinin tamamını cem edicidir. (üzerlerine salat ve selam olsun)[14]
Velayeti ulyâ ki, asaletle yüksek melek
cematına mahsustur, onun da nihayeti burasıdır. Şu makamda mülaha za olundu ki,
şu teyyünü evvel Hakikatı Muhammediye o mu, değil mi. Sonra beyan oldu
ki Hakikatı Muhammediye geride zikrettiğim şeydir. Üzerine teayyünü evvel diye
söylenmesi şu merkez, isimler, sıfatlar ve itibarları cem etmesi itibarıyla şu
teyyünü evvelin gölgesidir.
Şu beldeden yukarı vaki olan seyir
nübüvvet kemalatına başlamak olur. Şu kemalatların hasıl olması peygamberlere
mahsusutur.(üzerlerine salat ve selam olsun). Ve nübüvvet makamından ortaya
çıkıcıdır. Aynı şekilde peygamberlerin kamil tabileri için tebaiyyetle şu
kemalattan nasib vardır. Şu kemalatlar dan asaletle bol nasib, insana ait olan
latifeler arasından toprak unsuruna aittir. İnsana ait diğer cüzler isterse
alemi emirden isterse alemi kalbden olsun hepsi şu makamda toprak unsuruna
tabidir. Ona tabi olarak şu devlet ile şereflenmişlerdir.
Şu toprak unsuru insan oğluna ait olunca
beşerin havassı meleklerin havassından zaruretle efdal oldu. Zira hiç biri için
hasıl olmayan şey, şu toprak unsuru için hasıl oldu.
Yakınlaştıktan sonra şu makamda ‘tedelli’
nin hakikatı ortaya çıktı. O makamda ‘Kabe kavseyni ev edna’ sırrı
açıldı.[15] Şu
seyirde görüldüki bütün velayetlerin kemalatları isterse suğra veya kübra veya
ulya olsun tamamı nübüvvet makamının kemalatlarının zıllidir. Onlar şu
kemalatların hakikatı için misal ve
karaltılardır.[16]
Orada açığa çıktı ki şu seyir
kapsamında kat’ edilen bir nokta, bütün velayet kemalatlarından daha fazladır.
Düşünmek gerekir ki bu kıyasla, geçmiş kemalatların hükmü şu kemalatların
tamamına nisbetle ne olur. Damla için, uçsuz bucaksız denize nisbet vardır. Şu
nisbet burada yoktur. Şu kadar var ki ben derim ki, nübüvet makamına göre
velayet makamının nisbeti, nihayeti olanı niha-yeti olmayana nisbet gibidir.
‘Sübhanellah’ bu sırrı bilmeyen muhakkak der ki, ‘velayet, nübüvvet-ten
efdaldir.’ Şu muameleden gafil olduğu halde bu sözü izah hakında başka
birisi der ki: ‘Peygamberin velayeti
onun nübüvvetinden efdaldir’ Ağızlarından çıkan söz ne büyük oldu. [17]
Allahu subhanehu’nun yardımıyla ve
Habibi’nin bereketiyle (onun ve âlinin üzerine salat ve selam olsun) aynı
şekilde şu seyri de tamamlayınca, bana gösterildi ki faraza seyrimde bir adım ziyade etsem, elbete
halis yokluğa düşerim, çünkü bunun ötesine halis yokluktan başka bir şey
bulunmadı.
Ey evlad! Şu muamelede ‘anka kuşu muhakkak tuzağa düştü, yaban
kedisi muhakak ağa takıldı’ diye vehmine düşürmekten sakın.[18]
Şiir:
Ankayı hiç kimsenin yakalaması uzak
oldu.
Davanı terk et, şu işten uzakta ol.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah
ötelerin ötesidir, sonra ötelerin ötesidir.
Şiir:
Şu yücelik kasrının balkonları yücedir.
Oraya ulaşmak arzusundan sakının.
Şu ötelerde olmak, perdelerin bulunması
itibarıyla değildir, çünkü perdeler tamamıyla yükselici olmuştu. Belki bulmaya
zıt olan, anlamaya mani olan, kibriya ve azametin subutu itibarı iledir. [19]
Allahu subhanehu varlıkta çok yakın, bulmaktan çok uzaktır. Evet!
Muradlardan bazı kamiller bulunur Peygamberlere tabi olmakla (üzerlerine salat
ve selam olsun) kibriya ve azamet çadırlarından bir mahelle verilir, celal
çadırının mahremlerinden yapılırlar ve onlar ile birlikte muamele olunurlar.
Ey evlad! Şu muamele, alemi emir ve
halkın toplamında ortaya çıkan insana ait olan heyeti vahdaniyeye
mahsustur. Bununla bereber bu makamda reis toprak unsurudur. [20]
Ancak ‘onun ötesinde halis yokluktan
başka bir şey bulunmaz’ dedim, zira ilmi varlık ve harici varlık mertebelerinin
tamamından sonra yokluğun husulünden
başka bir şey yoktur.[21] O
yokluk ki, varlığın zıttıdır. Allahu subhanehu’nun zatı, şu varlık ve yokluğun
ötesindedir. Nasıl ki yokluk için o zata (ulaşan) yol yoktur, aynı şekilde
varlık için de yol yoktur. Çünkü zıttı olarak yokluğun bulunduğu varlık, şanı
yüce olan Hazreti Zata nasıl layık olsun. Eğer şu mertebede ibare darlığından
dolayı varlık diye söylemişsek, onunla kendisine yokluğun zıt olmasına imkan
bulunmayan bir varlık kast olunur. [22]
Şu fakir bazı mektublarında yazdığı şey ki,
‘Hak Sübhanehü Hazretlerinin hakikatı sırf varlıktır’ bu söz şu muamelenin
hakikatine muttali olamadığındandır.
Vahdeti vucud ve başka şeyler hakkında yazdı ğım bazı merifetler de bu
kabildendir. Bunun sırrı (meselenin hakika-tından) haberdar olunmamaktır. Ne
zamanki muamelenin hakikatı tenbih olup vakıf olundu, (o vakit) ilk başta ve
orta halimde söylediğim veya yazdığım şeyler üzere pişman oldum, bunlardan
istiğfar eder oldum
‘Allahu
sübhanehü ve Teala Hazretlerinin çirkin gördüğü şeylerin tamamından tevbe
ettim, Allaha yöneldim ve ondan affımı dilerim.’ [23]
Şu açıklamadan ortaya çıktı ki, nübüvet
kemalatları yükseliş mertebelerindedir. Yüz, nübüvvet yükselişlerinde Hak
Subhanehu Hazretlerine doğrudur; bazıların zannetiği gibi ‘velayette yüz, Hak
Subhanehu Hazretlerine doğru, nübüvvettte maklukata doğru’ Ve ‘velayet,
yükseliş mertebelerinde, nübüvvet iniş derecelerinde’ değildir. Bundan dolayı
velayetin nübüvvetten efdal olduğunu vehmettiler.[24]
Evet velayet ve nübüvvetten her
birerleri için yükseliş ve iniş vardır. Yükselişte yüz her ikisinde Hakka
doğrudur, inişte ise halka doğrudur.
Bu babda netice söz nübüvvetin iniş mertebelerinde yüz
tamamıyla halka doğrudur velayetin inişi bunun hılafınadır, zira orada yüz
tamamıyla halka doğru değil, belki batını Hak ile zahiri halk iledir.
Bunun sırrı: velayet sahibi
yükseliş makamlarını tamamlamadan evvel inicidir, şüphesiz bakışı yukarıya
doğru olur, bütün vakitlerde onunla çekişir ve onu tamamıyla halka yönelmekten
men edicidir.
Nübüvvet sahibi onun hılafınadır, zira o yükseliş makamlarını tamamladıktan
sonra indi. Bu sebebten dolayı tamamıyla halkı Hak celle ve alâya davet edici
olur. İyi anla! Zira şu şerefli marifet ve bunun gibileri hiç kimsenin
kendisiyle konuşmadığı şeylerdendir. [25]
Bilinmesi lazım gelen şeylerdendir ki
toprak unsuru, nasıl ki yükseliş mertebelerinde hepsinin üstündeydi aynı
şeklide iniş menzillerinde de hapsinden aşağı iner. Nasıl böyle olmasın! zira
onun tabii mekanı hepsinden aşağıdır. Onun hepsinden aşağı inişi sabit olunca
ona sahip olanın daveti zaruretle en tamam olur, ve faide vermesi en mükem-mel
olur.[26]
Bilki ey evlat! Nakşi tarikatında seyrin
ibtidası alemi emirden olan kalbten olunca sözü alemi emir ile açtık, diğer
meşayıhı kiramın yolları bunun hilafınadır.
Zira onlar, evvela nefsin tezkiyesine ve kalıbın temizlenmesine başlarlar.
Bundan sonra alemi emre başlarlar, orada Allahu Teâlâ’nın dile-diği yere kadar
yükselirler. İşte bu sebebten şu büyüklerin başlangıcına diğerlerinin sonu
girdirildi. Bu yol, yolların en kısası oldu, çünkü tezkiyenin ve temizlenmenin
meydana gelmesi, şu seyirde en güzel bir vecih üzere ele geçer ve bu sebeble
mesafe kısa olur. Şüphesiz şu büyükler, alemi halkdan seyre kast ederek
başlamayı abes bildiler ve onu boş kalmak kabul ettiler. Hayır! Bilakis yakinen
anladılar ki o (alemi halktan başlamak) zararlıdır ve matluba ulaşmaya mani
olucudur.
Bunun açıklaması: çünkü diğer tarikat
yolcuları tezkiyeyi, meşakkatli riyazatları, şiddetli mücahe deleri önce yaparlar,
alemi haklın suret vadilerini aştıktan sonra, alemi emirde seyre başlayınca ve
kalbin cezbelenme-sine ve ruhun lezzetlenmesine çokca vaki olunca, bu
cezbelenme ile kanaat ederler, şu lezzetlenme ile iktifa ederler.[27]
Alemi emrin, la mekani zan edilmesi
onlara şu muamelede yardımcı olur. Şu alemin lâmisli olma kokusu, hakiki
lâmisli olan (Allah) dan onları men eder. Hatta bu sebeble şu makamda seyr
edenler den bir tanesi şöyle dedi:
‘Ruha, onu Hak Sübhanehü ve Teala olduğuna inanarak otuz sene ibadet ettim.’
Bir diğeri şöyle dedi: ‘İstiva sırrı arşın üstünün münezzeh
zuhuru, derin marifetlerdendir’.
Geride geçen açıklamadan muhakkak bilindi ki, şu tenzih işi
imkan dairesine dahildir,[28]
belki o hakikatte tenzih suretinde bir teşbihtir. Şu yüce tarikatın büyükleri
(bunların) hilafınadır. Zira onlar cezbe makamından seyre başlarlar ve
lezzetlenmenin yardımıyla yükselirler, şu cezbelenmek ve lezzetlenmek onlar
hakkında, diğerleri hakkındaki mücahedeler ve münazaalar mesabesindedir.
Diğerlerinin ulaşmasına mani olan şey, şu büyüklere yardımcı ve imdatçıdır.
Onlar alemi emrin lâmekansızlığını, mekanlı olmanın ta kendisi olarak tasavvur
ederler ve ondan hakiki olan lâmekaniye doğru yönelirler.[29] Şu
âlemin lâ misli olmasını, misli olmanın aynısı olarak itikad ederler, ondan
hakiki olan lâ misliye yükselirler. Şüphe yok ki onlar, hal ve iç buluşların
aldanması ile fitnelenmezler, şu yolun cevizleri ile, misal ve benzerlik
muzlarıyla çocuklar gibi aldanmazlar. Sofiyenin hoş sözlerine değer vermezler.
Meşayıhın güzel sözleri ile övünmezler, belki onlar sırf Ehadiyyet’e
yönelicidirler. İsim ve sıfattan, mukaddes zattan başkası ile aldanmazlar.[30]
[1] Her sıfatın icmali ve tafsili vardır. İcmali asıl olup
tafsili zıllidir. Bütün bunları seyr etmek zahir isimde seyr olur. Burada
sıfatın sahibi düşünülmez. Fakat o sıfatın sabit olduğu Zat (Allah Teâlâ)
düşünülmeye başlayınca o sıfatın batınında seyr olur.
[2] Meleklerin yaratılışının başı bu
isim ve sıfatların batınına dayanır.
[3] Velayeti ulya meleklerin velayeti
demektir.
[4] Arş ile yer arasında elli bin
senelik mesafe olduğu düşünsek deniz ile damla arasında bir alaka kursak
bunların tasavvuru bir nebze düşünülebilir, fakat zahir ile batın ismi
arasındaki fark bunlara kıyas edilmez.
[5] (Meâric Suresi Ayet: 4)
[6] Bu kadar uzun mesafeleri aşmaya
insanın ömrü yetmez. Bu ancak Allahın yardımıyla olur.
[7] İsim ve sıfatların tafsili ve icmali
seyirlerine itibarla mevlaya ulaşmanın nihayete ermesini mümkün görmediler.
[8] Vusul menzillerinin tükenmediğini
söyleyen meşayıh bunu sıfatlar ve
onların
zılleri itibarıyla söylemiştir. Zira o tafsilat tükenmez. Zat itibarıyla vusul
tükenmez demek istememişlerdir.
[9]
Tecellide zatın kendisi acılmaz. Ya onun sıfatları veya onunla alakalı
şanlar ve itibarlar mülahaza edilir, henüz zatın kendisi tecelli etmemiş, zahir
olmamıştır.
[10] Sıfatlar ve şanlar da seyreden zata
ulaşamadıkça unun vuslatı bulması tabiki imkan-sızdır. Fakat İmam-ı Rabbani
gibisi daha ötelere davet edildiği için, ona göre diğerlerinin bulduğu zılde
kalır.
[11] Az söz ile pek çok sırları ve
marifetleri beyan etmiş oldu, fakat bunları anlamak kim için mümkün!
[12] Bedende bulunan toprak cüzü
yükselmekte ve inişte en ileride bulunur. Diğer cüzler ona tabidir.
[13] Varlığı ateş ve suyun karışımından
olan melekler bu şekilde tesbih etmekte! Burdan anlaşıldığına göre Allahu Teâlâ
dilerse zıtları bir araya cem edebilir.
[14] Manevi haller bir belde suretinde
gösterilmiştir.
[15] Necm Suresindeki ayetin sırrına
vakıf oldu.
[16] Bütün velayetler, nübüvvet
kemalatından kaynaklandıkları için onun zıllarıdırlar.
[17] Kehf Suresi
[18] Tamam! Mevlayı buldum, maksuda
ulaştım zannetme!
[19] Mevla Tealanın azameti ve kibriyası
onu anlamaya manidir. Nasıl ki en parlak vaktinde güneşe bakılınca ışıkların
çokluğundan güneşin kendisi görünmez, hatta fazla bakılırsa gözler kör olur.
[20] Heyeti vahdaniye bütün ruh ve beden
latifelerinin bir hizaya gelip
aralarındaki çekişmeyi kaldırarak birbirine uyum sağlaması ile yeni bir
varlığın ortaya çıkması hali. Her latifeden kaynaklanan huylar ve kuvvetler
değişiktir. Mesela; hava suya benzemez, toprak ve ateş birbirine uyum sağlamaz.
Fakat manevi terbiye ile bütün bu kuvvetler bir hizaya getirilerek uyum
sağlandı.
[21] İlmen ve hariçte bulunan her şey
kalb gözünden silinince geriye sadece yokluk kalır.
[22]
Varlık iki kısımdır: Birincisi hakiki varlık ki bu vacibul vucud olan
Allahu Teâlâdır. İkincisi yokluktan var edilen bizim ve bu kainatın varlığı. Bu
varlığımız ve bunun zıddı olan yokluk birbirine zıtlıkla münasebet kurmuştur.
Bunların hiç birisi Mevlaya ulaşamaz.
[23] Bu zamanda bir ayet veya birkaç
hadisis şerifi yanlış belleyerek bilgiçlik taslayanlar; kendileri manevi yolu
tamamlamayıp evliyalıktan bahsedenler acaba söylediklerinden pişman olup tevbe
etmeyi düşünürlermi?
[24] Nübüvvet ve velayet te yükseliş
vardır. Yükselirken yüz Mevla’ya doğrudur. İnişte ise mahlukata doğrudur.
[25] Veli Mevla Tealâ’yı kazanmak ve onun
nurlarında erimekle yetinir. Nübüvvet makamının asıl sahibi olan peygamber
aleyhisse lam insanları Allahu Teâlâ’ya davetle vazifeli olarak mahlukatın
arasına döner. Bü yüzden en aşağıya iner ve herkesi davet eder. Aynı şekilde bu
nübüvvet kemalatını elde eden kamil velilerde davet makamına ulaşınca en aşağı
inerler.
[26] En aşağıya inen herkesin seviyesine
inerek daveti umumi yapar. Herkes ile ve her husus ile ilgilenir.
[27] Evvela nefis terbiyesi ile işe
başlayanlar bunu tamamlayıp ruha gelince bu anda kendilerine verilen bir cezbe
ile manevi hallere daldırarak yetinirler, ilerisini aramazlar. Fakat Nakşi
büyükleri nin yolunda iş ruh terbiyesi ile başlar. Bu sırada sünnete ittiba ile
zaten nefsin istekleri kırılır ve ayrıca nefis terbiyesine gerek kalmaz. Bunun
için bu yolda diğerlerinin sonda vardığı makam başta elde edilir.
[28] Arşın üstü zılal dairesinin başlangıcı idi. Münezzeh Hak
Teâlâ bunların bulduğu değildir. Bunlar işi karıştırmişlar, zira kılavuzları
noksan olunca kendileri nereye varsın!
[29] Lâ mekansız olan ruhu mekanlı gibi
kabul ederek ona yönelmekten ayrılıp hakiki lâ mekan olan mevlaya yönelirler.
[30] Manevi halleri, cezbe ve
lezzetlenmeleri bırakırlar, isim ve sıfatlarda kalmayıp Mukaddes Mevlanın
Zatına rağbet ederler.
< Önceki | Sonraki > |
---|