KUTBUL İRŞAD - KUTBUL MEDAR
Ey evlat!
Peygamber aleyhisselama tabi olan kamil kişi tebeiyyetle nübüvvet makamı
kemalatlarını tamamlayınca eğer makam ehli ise imamet mansıbı ile
şereflendirilir. Velayeti kübra kemalatlarını tamamla-yınca eğer makam ehli ise
hilafet makamı ile şereflendirilir. Zılliyet kemalatları makamında imamet
mansıbı için münasib olan kutbül irşad makamıdır. Hilafet makamı için münasib
olan, kutbül medar makamıdır. Şu altta bulunan iki makam üste bulunan iki makamın
zıllidir.
Şehy Muhyiddîn ibni A’rabi kudise sırruhu’ya göre
gavs, kutbu medarın kendisidir. Ona göre gavsiyet başlıbaşına bir makam
değildir. Bu fakirin itikadına göre gavs, kutbu medardan başkasıdır. Kutub,
bazı işlerde ondan imdad ister. Onun için, abdalların makamına tayinde tesir
vardır.
‘Bu Allahın fazlıdır, onu
dilediğine verir, Allah büyük fazıl sahibidir’
İlave: Nübüvvet ve velayet
makamına münasib marifet ve ilimler, peygamberlerin şeriatlarıdır. (üzerlerine
salat ve selam olsun). Nübüvvette peygamberlerin adımlarında farklılık olunca
aynı şekilde o farklılık miktarınca şeriatların da da ihtilaf ortaya çıktı.
Velilerin
velayet makamında münasib olan marifetler meşayıhın hoş sözleri, tevhid ve
ittihattan haber veren ilimlerdir. Bunlar ihata ve sereyandan haber verir.[1]
Bunlar beraberlik ve yakınlık alametini ortaya çıkarır. Bunlarda zılliyet ve
aynalık bildirip, müşahede ve şuhudu sabit ederler.
Hasılı kelam,
peygamberlerin marifetleri kitab ve sünettir. Evliyanın marifetleri ise fusus
ve futuhatı mekkiyyedir. (İki kitap ismidir)
Mısra:
Bahçemin halinden baharımı kıyas et.
Evliyanın
velayeti, Hakkın yakınlığını taleb eder. Peygamberlerin velayeti, Hak Tealanın
en yakınlığını açığa çıkarır. Velilerin velayeti şuhuda delalet eder,
peygamberlerin velayeti keyfiyeti bilinmeyen nisbeti sabit eder. Velilerin
velayeti akrabiyet ne şeydir bildirmez, cehalet ve hayret hangi şeydir
göstermez. Peygamberlerin velayeti, akrebiyetin bulunma-sıyla beraber,
yakınlığı uzaklığın aynısı görür, şuhudu gaybın aynısı kabul eder.
Mısra:
Söylediğim şeyin izahını tafsilatını dersem uzun gider.
Ey evlat!
Muhakkak nübüvvet kemalatlarının açık lamasında ve onların velayet üzerine
üstünlüğünde üç velayet ki suğra, kübra ve ulyadır, bunlar arasındaki farkta,
her birerlerine münasib olan marifetlerin açıklamakta ve bunlar ile alakalı
imkansız şeyleri beyanda sözü uzattım. Şu mananın açıklamasına pek çok tekrarlı
fıkraları girdirdim, bu hususta insanların son derece yabancılığından dolayı
fehimlerinden uzak görül-mesi halinden çıkmasını umarak ve inkar zannından
kurtulmasını umarak sözün eteğini uzattım.
Şu ilimler keşfi ve zaruridir, istidlali ve nazari
değildir. Bazı mukad-dimelerin zikri ancak avamın anlayı-şını yakınlaştırmak ve
tenbih içindir, belki mahlukattan has olan ları anlamaları için açıklamak ve
izahtır.[2]
Şu ol bir yoldur ki, Hak Sübhanehü ve Teala Hazretleri bu hakiri başından
sonuna kadar kendisiyle mümtaz kıldığı yol dur. Esası nihayeti bidayete
girdirmeyi içine alan Nakşibendi nisbetidir. Muhakkak şu esas üzerine yapılar
ve köşkler bina edildi. Şayet şu esas olmasaydı asla muamele ziyade olmazdı ve
şu makama ulaşmazdı.
VAKTİN İMAMI
Bilinmesi
gerekir ki şu yüce tarikatta süluk kendisine uyulan şeyhe muhabbet rabıtası
iledir. O şeyh ki şu tarikatta muradî seyr ile seyretti ve cezbe kuvvetiyle şu
kemalatlar ile boyandı.[4]
Şu kemalatların sahibi vaktin imamı ve zamanın halifesidir. Onun bakışı
kalbdeki hastalıklara şifadır, onun teveccühü manevi illetleri kaldırıcıdır.
Kutublar ve abdallar onun makamlarının gölgesi ile ferahlanırlar. Evtad ve
Nuceba onun kemalat denizinden bir damla ile kanaat edicidirler.
Hidayet ve irşad nuru, güneşin ışıkları gibi onun
isteği olmaksızın bütün şahıslar üzerine akıcıdır. Kendisi istediği vakitte
nasıl olur. Eğer onun iradesi kendi ihtiyarında bulunmazsa. Zira o çok kere
irade etmeyi ister fakat şu iradesi onun için hasıl olmaz. Ve şu manayı bilmesi
ve onun nuru ile kim hidayet buluyor ve onun aracılığı ile kim istikamet
buluyor diye haberdar olması lazım gelmez. Belki çok kere hidayetlerinin ve
istikametlerinin aslını, layık olduğu şekilde bilmezler; bununla beraber
kendisine uyulan şeyhin kemalatları ile hakikatlenirler ve alemi hidayet
ederler.
Muhakkak
halleri bilmek her bir kişiye verilmez. Makamların seyrinin tafsilini bilmek
bütün şahıslara ihsan edilmez. Evet! Vucud-u şerifi, vusul yollarından hususi
bir yolun binasının temeli olarak seçilen şeyh, elbette ilim sahibidir ve
seyrin tafsilatını bilmek sahibidir. Diğerleri onun ilmi ile yetinirler. Ve
onun aracılığı ile kemal ve tekmil mertebesine ulaşırlar, fena ve beka ile
şereflenirler.
Şiir:
Allahu Teâlâ
üzerine alemi bir kişide cem etmesi zor değildir.
İFADE VE İSTİFADE
İfademizle istifademiz, akis ve boyanma yolu
üzeredir. Mürid kendi-sine tabi olunan şeyhe muhabbeti vasıta sıyla, saat saat
şeyhin boyasıyla boyanır, akis yoluyla onun nurlarıyla nurlanır. Şu şekilde
ifade ve istifade de halleri bilmeye hangi ihtiyaç vardır.
Karpuza bakmazmısın, güneşin hararetiyle saat be saat
olgunlaşır ve günlerin geçmesiyle olgunluk mertebesine ulaşır. Güneşin
hararetini bilmesi ona nerden lazım gelsin, güneş için karpuzun
olgunlaşmasında, kendisinin sebeb olduğunu bilmesi nerden lazım gelsin. Evet!
İhtiyari seyr ettirme ve seyretmeyi bilmek için ilim lazımdır fakat bu (diğer)
silsilelere bağlıdır. Ashabı Kiram (üzerlerine Allahın rızası olsun) ın yolu
olan şu bizim tarikatımızda sülük ve tesliki bilmek asla lazım değildir.[5]
Şu tarikatta çoban olan, kendisine tabi olunan şeyh
eğer ilmin kemali ile vasıflanmış ve bol marifetle hakikat-lenmiş ise şübhesiz
diriler, ölüler, çocuklar, yaşlılar, gençler ve ihtiyarlar Mevlaya ulaşmak
hakkında bu tarikatta eşittirler. Çünkü onlar maksadların nihayetine ya
mahabbet yolu ile, veya şu devlet sahibinin teveccühü ile ulaşırlar. [6]
‘Şu Allahu
Teâlâ’nın fazlıdır onu dilediğine verir. Allahu Teâlâ büyük fazıl sahibidir’.
Fakat bilinmesi
gerekir ki nihayette olan, ilim sahibi değilsede fakat onun için elbette harika
hallerin zuhuru lazımdır. Çok kere şu zuhurlar hakkında onun ihtiyarı olmaz,
belki çok kere onların zuhurunu bilmek onun için olmaz. Belki insanlar ondan
harika halleri görür halbuki onun bunlar üzerine ittilaı (haberdar olması)
yoktur.
‘Nihayette
olan her ne kadar ilim sahibi değilse de’ demiştim, ilimin olmamasından
murad hallerin tafsilatını bilmenin olmamasıdır, yoksa mutlak olarak ilmin
olmaması değil şöyleki asla hallerini anlamıyor, buna geride işaret geçtiği
gibi.
Zikr edilen
hidayet nuru vasıtasız veya vasıta ile veya pek çok vasıtalar ile müridlerine
geçer. Onlar hususi yolunu, değişiklik ve tağyirat bulanıklığı ile
bulaştırmadıkları müddetçe, bidatları ve uydurma şeyleri o yola, katarak tahrib
etmedikçe.
‘Allahu Teâlâ
bir kavmi, kendilerinde olan şeyi değiştirmedikçe değiştirmez’
Bir topluluğun
haline şaşılır ki onlar şu değişiklikleri bu tarikatı tamamlamak zan ederler ve
şu katılan şeyleri şu nisbeti tamamlayıcı olarak tasavvur ederler. Bilmezlerki
şu tekmil ve tetmim işi her bir kâsırın ve nâkısın işi değildir. Bir şeyi
katmak ve icad etmek kabı boş olan herbirinin havsalasında değildir.
Şiir:
Muhakkak şu
yüce nisbetin nurları bidat karanlıkları ile örtündü. Muhammed Mustafanın
dininin revnaklarını, uydurulan işlerin bulanıklığı ile yitirdiler. Bu dinin
sahibi üzerine salatu selam ve tahiyye olsun.
Bundan daha
acayibi, bir topluluğun şu uydurmaları güzel işler zan etmesidir. Onların şu
uydurmaları hoş güzellikler zan etmeleridir. Bunlarla dini olgunlaştırmak ve
mileti tamamlamak isterler. Şu işleri yapmaya çok fazla rağbetle
rağbetlendirirler. Allahu Subhanehu Hazretleri, onları yolun ortasına
ulaştırsın. Bilmedi lermi ki din, şu uydurmalardan evvel kamil idi, ve nimet
tamam idi ve Hak Subhanehu Hazretlerinin rızası hasıl olmuştu. Allahu Teâlânın
şöyle buyurduğu gibi:
‘Bu gün sizin için dininizi
ikmal ettim ve üzerininze nimetimi tamam-ladım ve sizin için din olarak
islamdan razı oldum’.
Şu uydurma
şeylerden dinin kemalinin taleb etmek, şu ayeti kerime-nin gereği üzerine
hakikatte inkardır.
Şiir:
Himmetlerimi
size açıkladım ve bıkmanızdan korktum, şayet böyle olmasaydı söz çok idi.
Muhakkak
müctehid alimler dinin hükümlerini açıkladılar, onlar dinde bulunmayan şeyi
icad etmediler bu yüzden ictihad ile sabit olan hükümler bidat işlerden
değildir. Belki dinin aslındandır. Zira dördüncü asıl kıyastır [7]
Ey evlat! Ben
kutbu-l irşad ile alakalı marifetleri ifade ve istifade babında, Mebde’ ve Mead
Risalesi’nde yazdım. Fakat bunların şu makam ile münasebeti olunca ve kendisin
de faide bulununca şu mektubda onları yazmak uygun oldu.
Bundan anlaki kutbul irşad ferdi kemalatları cem
edici olmasıyla beraber cidden varlığı çok değerlidir. Şu cevher gibisi çok
asırlar ve uzun zamanlar geçtikten sonra ortaya çıkar. Karanlıklar alemi onun
zuhur nuruyla nurlanır. Onun hidayet ve irşad nuru, bütün aleme şamildir.
Kendisi için rüşd, hidayet, iman ve marifet hasıl olan arşın çevresinden yerin
merkezine kadar bulunan herkes için, ancak onun yoluyla (hidayet ve rüşt) hasıl
olur ve ondan istifade olunur. Şu devlet, onun nurunun vasıtası olmaksızın hiç
kimseye hasıl olmaz.
Onun nuru, uçsuz bucaksız deniz gibi alemin tamamını
kuşatır. Şu deniz, sanki donuk olup asla hareketlenmezdi. O zata yönelen ve ona
samimiyetle bağlanan talib veya o zat
talibe yönelicidir. Sanki
teveccüh anında talibin kalbine doğru bir pencere açılır. İhlası ve teveccühü
mikta-rınca şu denizden bu yol ile susuzluğunu giderir.
Zikrullaha yönelen ve teveccüh eden şu kutba asla
yönelmiş değilse de durum yine aynıdır. Yalnız onu inkar cihetinden değil belki
asla onu bilemediği için. Şu gibi bir faide onun için hasıl olur. Fakat bu
ifade evvelki surette ikinci surettekinden daha fazladır. Fakat kutbu inkar
eden veya kendisinden kutbun eziyetlendiği kişi, zikrullah ile meşgul olsa da
lakin o hidayet ve rüştün hakikatından mahrumdur. Şu inkarı ve eziyeti, feyiz
yolunda engel olur. Hidayetin hakikatı, şanı yüce olan şu kutbun tevec-cühü
olmaksızın, ifadesi olmayana kadar, istifadeyi men edene ve zararı kast edene
kadar o kişide yoktur. Belki onda sadece rüştün sureti vardır. Manadan boş olan
suret, menfati ve faidesi azdır. Kendilerinde şu kutba muhabbet ve ihlas
bulunan kişiler, zikr edilen teveccühden boş kalsalar ve Allahı zikirden boş
kalsalar da, sadece muhabbetleri vasıtasıyla rüşt ve hidayet nuru onlara
ulaşır. Şu marifet mektubun sonu olsun.
Şiir:
Yetiniyorum,
zira şu zekilere yeter.
Nidaya kulak verene, defalarca nasihat ettim.
Rahman ve
rahim olan alemlerin Rabbi olan Allaha, başta ve sonda hamd olsun. Resulu
Muhammed aleyhisselam, âli ve ashabı üzerine devamlı ve sürekli salat ve selam
olsun.
[1] İhata: kuşatmak. Sereyan: içine
girmek. Bu gibi vasıflar Allahu Teâlâ için caiz değildir. Bu söyleyenler sekir
halinde olanlardır.
[2] İmamı Rabbani Hazretleri bu ilimleri
sağlam keşfiyle bulduğunu ve zaruri bilgi ifade ettiğini söylüyor. İnanmak için
ayrıca delil getirmeye gerek yok. Delil şüphesi olana getirilir.
[3] Bu meyvenin kendisine nasibi
olduğunu ifade etmiş oluyor.
[4] Murad: Kendisi dilemesede Mevla
tarafından çekilen has velilerdir. Mürid: çalışarak, çabalayarak Mevlayı bulmak
isteyendir.
[5] Müridin manevi yolculuğunu bilmesi
gerekmez. Verilen vazifeye tabi olmakla her an ilerler ama farkında olmaz.
[6] O kamil şeyhe olan sevgileri
sayesinde ondan feyizlenirler. Veya o kamil zat onlara teveccüh ederek onları
yetiştirir.
[7] Diğer üçü kitap, sünnet ve icma’dır.
< Önceki | Sonraki > |
---|