Dinimizde delil dört tanedir -edille-i erbaa-. Bunlar Kitab -Kur'anı kerim-, sünnet, icma ve kıyastır. Bu dört delille islami hükümler sabit olur. Bunların dışında ilme sebeb olan bazı şeylerin varlığı, -mesela akıl, vehim, hisler gibi-delil olarak yeterli değildir, yani şu dört şeyih haricindekilerle hüküm isbat edilemez, kati ilim tahakkuk etmez.
Bu aslı bildikten sonra; bazı bid'at ve sapık mezheblerde, felsefecilerde akıl delil kabul kabul edilir ve hidayet edici olarak akla güvenirler dayanırlar. Ehli sünnet bunlara gerekli cevabı ilmi kelam bahsinde vermiştir. Biz mektubatı Rabbaniden bir bölümü aktarmakla meseleyi değişik bir yönden huzurunuza getiriyoruz. 1. cilt, 266. mektubtan...
<<Peygamberler
(üzerlerine salat ve selam olsun)in gönderilmesi alem-ere rahmettir. Bu
büyüklerin aracılığı olmasaydı bizi vacibul vucud olan Allah'ın zatına ve sıfatlarına kim ulaştırırdı, bizim için Hakkın rızasını, razı olmadıklarından kim ayırırdı. Zira bizim nakıs aklımız Peygamberlerin davet nuru olmadan bu manayı anlamaktan çok uzaktır. Kusurlu anlayışımız, şu büyükleri taklid etmeden bu muameleyi anlamaktan cimridir
(anlayamaz.)
Evet, akıl her ne kadar
delil ise de fakat hüccet olmakta tam değildir, tam delil olmaya ulaşmamıştır. Hücceti baliğa (tam delil) ancak Peygamberlerin
gönderilmesiyle tamam oldu. Ahiretteki sevap ve azab buna (tam delilin
gelmesine) bağlanmıştır.
Nefsin temizlenip safî yapılması
sahih amellerin yapılmasına bağlıdır.
Bunlar Allah'ın razı olduğu amellerdir.
Bunları bilmek Peygamberlerin gönderilmesine bağlıdır.
Kalbi boşaltıp
nefsi temizlemek, peygamberlerin gönderilmesi olmasaydı
hakikatten hasıl olmazdı. Kafir ve fasıklarda
meydana gelen (şeyler) nefsin safîleşmesidir, kalbin
safî olması değildir. Sırf nefsin safı
olması sapıklıktan
başka bir
şey artırmaz, hüsrandan başka
bir şey
meydana getirmez. (Kalbin temizlenmesi gerekir. Bu da zikir sayesinde ancak mümkündür.)
Bazı gaybî şeyleri kafir ve fasıkların
bilmesi nefsin safîleşmesi vaktinde istidraçtır,
onların hakkında helak ve
hüsrandır, (onları azar azar helake
çekmektir.)
Seyyidil Murselîn hürmetine Allah'tan bizi böyle şeylerden
kurtarmasını dileriz. (Amin)
Anlaşıldı ki Paygamberlerin
gönderilmesi vasıtasıyla şeriatın
hükümleri sabit olmuştur, onlar rahmettir, inkarcıların,
mülhidlerin (dinden çıkmışlar), zındık
(sapık) ların anladığı
gibi değil. Bunlar şerî hükümleri rahmet saymazlar ve kullara böyle zahmetli işlerin
yüklenmesi akla uygun değil,
şefkat değildir, derler.
Bunlara şöyle denir; kim bu
hükümlerle amel ederse cennete girer, kim hilafını işlerse
cehenneme girer, nasıl bu hükümlerle teklif olunmasınlar;
kendi başlarına bırakılsınlar,
yeyip içip uyusunlar, kafalarına göre dolaşsınlar
(öyle mi?) Bu çirkin herifler bilmezler mi ki? ihsan edene şükretmek gerekir, işte bu şerî hükümler nasıl
şükrün yapılacağının
beyanıdır. Aklen bu hükümleri yapmak vacip
olur (yani akıl şükretmek gerektiğini bilir ama nasıl ş,kredeceğini bilemez. Şükretmenin yolu peygamberin beyan ettiği kulluk vazifeleridir.) Şu
alemin nizamı bu hükümlere bağlıdır.
Eğer insanlar kendi başına bırakılsa
şerden başka birşey ortaya çıkmaz,
herkes başkasının
malı ve canına taarruz eder.
Şerî yasaklar konmazsa nefisler zayi olur. Mallar helak olur.
"Sizin için kısasta hayat vardır, ey akıl sahipleri.">>
Demekki insanoğlu hakkında emir ve yasakların konması, yine insanlığın saadeti içindir. Aksi takdirde dünya kagaşalık içinde bocalar, yaratılış gayesi tahakkuk etmezdi, zira Allahu teala bizleri, kendisini bilmek ve kulluk etmek için yaratmıştır. Onun iradesine boyun eğip razı olduğu şekilde yaşamak için aklı selim üzere dini emirleri tatbik etmek gerekir.
"Eğer şükrederseniz artırırım."
< Önceki | Sonraki > |
---|