|
||
|
||
Halku'lKur'an fitnesi ve Emeviler 2 | ||
Halku'l-Kur'an
tartışmalarının arkasında, geçen hazfa zikrettiğim iki husus dışında
başka Saikler tesbit edenler de olmuştur.1 Sebep her ne olursa olsun,
bu iddiayı "siyasî" olarak nitelendirip Emevîler'le irtibatlandırmaktan
daha anlamsız ve "Uçuk" bir tez olamaz. Zira Mu'tezile'nin bu tezi
siyasî planda Emevîler'e muhalefet maksadıyla ortaya attığına ve
kullandığına dair en küçük bir veri yoktur! |
Sapmış Fırkalara
Halku'lKur'an fitnesi ve Emeviler 2
Haricîlik Fitnesi
M. Şevket Eygi - Milli Gazete
2009-09-06
Neo Haricîlik Fitnesi
Ahmed Cevdet Paşa Kısas-ı Enbiya'sında yazar: Hz.Ali efendimizin zamanında bir grup Haricî, yolculuk yapan Sahabeden bir zatın yolunu kesmişler, muhteremin yanında hamile eşi de varmış. Ona sormuşlar: Ebu Bekir'i nasıl bilirsin?.. İyi bilirim demiş. Tamam, doğru söyledin demişler. İkinci soru: Ömer'i nasıl bilirsin?.. Onu da iyi bilirim demiş. Yine "Doğru söyledin..." demişler. Üçüncü soru: Osman'ı nasıl bilirsin?.. Bu da doğru... Dördüncü soruya gelmişler: Ali bin Ebi Tâlib'i nasıl bilirsin?.. Sahabi iyi bilirim deyince, öfkeden kudurmuşlar, "Vay sen bir kâfiri iyi biliyorsun ha..." deyip onu şehit etmişler. Yanındaki hamile eşini de vahşi şekilde öldürmüşler... Sonra yollarına devam etmişler, içlerinden biri yolda bir domuz görmüş, pis hayvan demiş öldürmüş. Arkadaşları suratlarını asmışlar, kaşlarını çatmışlar, "O domuz bir Zimmî'nin malıydı, sen onu haksız yere öldürdün, hemen git Zimmî'yi bul, domuzu tazmin et, onunla helâlleş, aksi takdirde seni katl ederiz" demişler... Adam gitmiş, Zimmî'yi bulmuş, helalleşmiş...
İşte Haricî aklı budur... Haricî vicdanı budur... Haricî adaleti ve insafı budur... Haricînin akıl yürütmesi ve muhakemesi budur...
Mekke Şâfiî Reisülulemâsı Ahmed Zeynî Dahlan Hülâsatü'l-Kelâm fî Beyani Umerai Beledi'l-Haram adlı kitabında Vehhabîlerin Taif'i nasıl aldıklarını, halkını erkek, kadın, çocuk, ihtiyar demeden nasıl feci şekilde katl ettiklerini, şehri nasıl yağmaladıklarını, gizlenmiş altınları ve gümüşleri bulmak için lağımlara kadar her yeri nasıl didik didik edip aradıklarını, Kur'ân-ı Kerîmleri, din kitaplarını nasıl parçalayıp yerlere attıklarını, zavallı maktul Müslümanların cenazelerinin nasıl ortada kaldığını anlatır. Öyle bir katliam yapmışlar ki, analarının kucaklarındaki minik bebekleri bile öldürmüşler.
Bu cinayetleri işleyenler, bu vahşeti yapanlar, bu zalimler bunları Tevhid adına, inanç için yapmışlardı izahı geçerli değildir. Çünkü hem öldürmüşler, hem de yağmalamışlardı. Öldürdükleri Ehl-i Tevhid, Ehl-i Kıble mü'min ve müslim kimselerdi.
Türkiyemizde neo-Haricîler var mıdır?
Maalesef vardır. Sayıları ne kadardır? Bunu bilen yoktur.
Peki ne istiyorlar?
O müşrik bu kâfir diyorlar. Kendi gibi inanmayan ve düşünmeyenleri yerin dibine batırıyorlar.
Bu memleketin tarihinde bin yılı aşan bir zamandan beri tasavvufun ve tarikatların yeri, önemi, tesiri vardır. Onlar tasavvufu ve tarikatları şirk ve küfür olarak görüyor.
Bu ülkede tasavvuf ve tarikat büyükleri, evliyası, pîranı, sâdâtı milyonlarca insan tarafından çok sevilir, onlar İslâmî model ve örnek olarak kabul edilir. Haricîler onlara yapmadık hakareti bırakmıyor.
Yapmayın etmeyin fitne ve fesat çıkartmayın denildiğinde "Biz Tevhid adına, biz Kur'ân adına, biz Din adına bunu yapmakla yükümlüyüz. Yapmazsak vazifemizi yerine getirmemiş oluruz..." cevabını veriyorlar.
Velhasıl korkunç bir çıkmaz içindeyiz.
Bu anlattığım manzara gerçekten büyük bir fitne, azîm bir imtihandır.
Bu işin içinden biz Müslümanlar nasıl çıkacağız?
Müslümanlar arası barış ve mutabakat (uzlaşı) nasıl kurulacak?
Nasıl kardeş olacağız?
Vehhabîlik/Selefîlik çıkalı 250 sene olmuş. Onlardan önce, Tasavvuf ve tarikat konusunda bazı tartışmalar vardı ama bu boyutta değildi.
Osmanlı devleti 600 küsur yıllık hakimiyeti esnasında Şeriat ile Tasavvufu birlikte yürütmüştü.
Neo-Haricîlerle, Vehhabîlerle, Selefîlerle; Ehl-i Sünnet Müslümanları, Tarikat ve Tasavvuf Müslümanları barışabilirler, sulh içinde kardeşçe birlikte yaşayabilir mi?
Bu yapılamazsa işin sonu nereye gidecektir?
Evet bu fitne ve fesadın sonu ne olacaktır?
Bu tekfir hareketi bizi nereye götürüyor?
Kelime-i Tevhide yürekten inanan, lisan ile ikrar eden, beş vakit namazı kılan Tevhid Ehlini şirkle suçlayanlar, onları mürted olarak görenler nasıl itidale davet edilecektir?
Ortada iki büyük mesele var:
1. Gerçek Tarikat ve Tasavvuf ehliKur'ân'a ve Sünnete göre sapık değildir, doğru yoldan çıkmış değildir.
2. Vehhabîler ve Selefîlerin gerçek mü'min, gerçek muvahhid oldukları iddiası kendi kuruntularından ibarettir.
Keşke, 19'uncu asırda Hindistan'da Rahmetullah Dehlevî ile papaz Pfander arasında yapılan meşhur münazara gibi bir münazara yapılsa, bir tarafta Ehl-i Sünnet ve Tasavvufa taraftar on âlim ve fakih, öte tarafta on Vehhabî ve Selefî... Bunlar, daha önceden tesbit edilmiş bir gündemi, âdil bir arabulucunun, bir noterin riyasetinde ve idaresinde tartışsalar, zabıtlar tutulsa, bunlar yayınlansa...
Yapılmayacak iş değil ama kim yapacak?
Bugünkü fitne beni çok üzüyor, çok düşündürüyor.
EDİTÖR:
Yakın zaman tarihini iyi okumalı, osmanlının Hicazdan çıkmasına sebeb olan zihniyeti çok iyi tanımalı. hatta osmanlıya destek veren bütün arap kabilelerinin bile erkek kadın çocuk tümüyle katledildiklerini okuyup bu zulmü yapanları iyi tanımalı ve fırsat vermemeli....
Yeni bid at fırkaları
M. Şevket Eygi - Milli Gazete
Yeni bid’at fırkaları
Zamanımızda ülkemizde ve İslâm âleminde yığınla bozuk dinî fırka, mezhep, grup türemiştir. Medreseler kapatılmamış olsaydı; Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Zahid Kevserî, Elmalılı Hamdi, Manastırlı İsmail Hakkı gibi büyük âlimler, fakihler, kelâmcılar yetişecek ve bunları red ve cerh edeceklerdi.
Ehl-i Sünnete bağlı doğru İlâhiyatçılar yeni bozuk fırkaları tenkit ediyorlar ama bu tenkit ve uyarıları yeterli olmuyor. Maalesef şu anda ülkemizde Zahid Kevserî ayarında bir Ehl-i Sünnet müdafii yoktur.
Bendeniz bu yazımda, bazı bid'at fırkalarının listesini yapmak istiyorum:
1. Kur'âniyyûn fırkası. Bunlar Edile-i Erbaa'yı kabul etmezler, İslâm'ın tek temeli ve kaynağı vardır, o da Kur'ân'dır derler. Bunlar, bu görüşleri ile Kur'ân'a açık bir muhalefet içindedirler. Çünkü Kitabullah mü'minleri Resul'e itaat etmeye, onu en güzel bir örnek ve model olarak kabul etmeye, o ne getirdiyse almaya çağırmaktadır. Bunu reddedenler, Sünnet'i din kaynağı olarak kabul etmeyenler, Kur'ân deyip dursalar da dairenin dışına çıkmış olurlar.
2. Meâlciler fırkası. Bunlar kendi işlerine gelen bir meal veya tercüme alarak, bundan heva, re'y ve hevesleriyle din hükmü çıkartan, Kitabullah'ı akılarınca yorumlayan kimselerdir. Yanlış yolda olduklarında şüphe yoktur. Osmanlı ulemâsı yaşamış olsaydı bunlara "Meâliyyûn fırkası" ismini verirdi.
3. Efganiyye fırkası. Bunlar yalancı, taqiyyeci, Farmason Cemalüddin Efganî'yi din önderi olarak kabul ederler ve onun izinden giderler. Bu adam Afgan değildir, İranlıdır, kendisini Sünnî gibi göstermiştir, aslında Şiîdir. Masonluğun en dinsiz fırkasına mensuptur. Son derece karışık ve bulaşık bir kimsedir. Kılavuzu karga olanın...
4. Militan İslâmcılık fırkası. Bunlar İslâm'ı beşerî bir ideoloji seviyesine düşürmüş kişilerdir. Aktivisttirler. Son altmış yıl içinde hiçbir İslâm ülkesinde başarılı olamamışlardır.
5. Mükebbire fırkası. Bunlar Büyük Okyanus'taki "Kargo kültü" zihniyet ve kültürü seviyesinde ilkel, bedevî, özürlü bir akla sahiptirler. Camilere hoparlör, kalorifer, soğutma sistemi, vantilatör, soğuk su cihazı, kapılara naylon poşet sandığı koymanın, üç şerefeli minare yapmanın, 120 desibel yüksek sesle ezan okumanın İslâmî hizmet ve himmet olduğunu sanırlar.
6. Fazlurrahman'ın Tarihsellik veya Tatiliyye mezhebi. Bunlar Kur'ân'daki ve Sünnetteki hükümlerin bir kısmının tarihsel olduğunu, bugün geçerli olmadığını iddia ederler. Ülkemizde bazı ilâhiyat fakültelerine sızmışlardır. Hadîsleri, AB standart veya normlarına göre ayarlama ve ayıklama projeleri vardır. Yüklü telif veya telef ücretleriyle beslenirler.
7. Necdîler veya Selefîler. Bunlar gerçekten Selef-i Sâlihîne bağlı ve tâbi değildirler. İmamları İbn Teymiyye ve Muhammed ibn Abdilvehhab'tır. İnançlarında mücessime unsurları vardır. Tasavvufa ve tarikata son derece düşmandırlar.
8. İctihadiyye fırkası. Bunlar her Müslümanın ictihad yapmasını isterler.
9. Tekfiriyye fırkası. Bunlar, inançlarını ve meşreblerini beğenmedikleri mü'minleri şirk ve küfürle suçlamakta pek aşırı giderler. Bu suretle, mü'mini tekfir ettikleri için kendileri kâfir olurlar.
10. Feministler yahut Nisaiye taifesi. Bunlar, Batı dünyasında çıkmış sapık bir ideoloji ve görüş olan feminizme din gibi bağlıdır. Buharî'de bulunan sahih hadisleri bile reddederler.
11. Diyalogiyye taifesi. Bunlar zamanımızda üç ibrahimî din vardır, bunların üçünün mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir derler. Tevhid ile Teslisi bir tutarlar. Kur'ân Yahudileri ve Nasranîleri İslâm'a çağırmıyor gibi daireden çıkartıcı iddiaları vardır.
12. Müekkilîn (Yiyiciler)taifesi. Bunlar bozuk düzende haram yemenin, beytülmalı hortumlamanın, kara servet sahibi olmanın caiz olduğuna inanırlar.
13. Erbabiyyûn taifesi. Bunlar kendi baronlarını, rühbanlarını, şeyhlerini (daha doğrusu müteşiyyihlerini) rableştirir ve putlaştırırlar.
14. Telfikıyye (telfik-i mezâhib) taifesi. Bunlar fıkıh mezheplerinin hükümlerinin karışık şekilde uygulanmasını isterler. Şiadan mut'a nikahını da alırlar. Böylece dini ve fıkhı oyuncak ederler.
15. Uzlaştırma fırkası. Bunlar din ile lâ-dinîliği uzlaştırmak hevesindedir.
Listeyi uzatmak mümkündür. Bu kadarla yetiniyorum.
Kudretli bir Ehl-i Sünnet kelâmcısı çıksa da bu bid'at fırkalarını güzelce tenkit, red ve cerh eden, çürüten bir kitap yazsa ne iyi olur.
Yazar Dr.Ebubekir Sifil -Kültür Emperyalizmi
Milli Gazete köşe yazarlarından İlahiyatçı-Yazar Dr.Ebubekir Sifil Gazeteci-Yazar Selim Akduman'ın sorularını cevapladı.
Sifil gündemdeki bir çok soruya bakın nasıl cevaplar verdi.
Hocam öncelikle İslam dünyasının en büyük problemlerinden birisinin Kültür emperyalizmi olduğunu ifade ediyorsunuz. Nedir bu Kültür Emperyalizmi ve İslam dünyası nasıl etkileniyor bundan?
Kültür Emperyalizmi dediğimiz şey batılıların genelde doğu dünyası özelde İslam dünyası üzerinde hâkimiyet tesis etme metodlarından birisidir. Bu modern zamanlarda kendisini gösteren bir hadise. Daha öncesinde biliyorsunuz uzun yıllar süren haçlı seferleri oldu. Haçlı seferleri sonucunda İslam dünyasından umduğunu bulamayan batı dünyası teknolojik gelişmelerle birlikte iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte İslam dünyasına karşı yeni bir hamle başlattı. Buda kültür emperyalizmi!
Nasıl bir hamle bu?
Günlük hayatımızı yaşarken, karşılaştığımız her olayda kültür
emperyalizmi karşımıza çıkıyor. Günlük hayatı yaşarken, yemek yeme
tarzımız, giyinme biçimimiz, damak zevkimiz, yemek mutfak kültürümüz,
bütün bunlar bize ait olmayan kültürel vasatlarla oluyor şuanda.
Dolayısı ile Müslümanlar birbirleriyle ilişki kurarken, hayatı
yaşarken, toplumda ailede okulda, toplumu oluştururken, toplumsal
kurumları oluştururken, hep batılı değer yargılarının, kuralların,
kuramların etkisi altında yapıyorlar. Onlar hakim hayatımıza. Dolayısı
ile bir bütün olarak baktığımızda biz bize ait olmayan bir hayatı
yaşıyoruz. Tüketim alışkanlıklarımız böyle, dediğim gibi giyinme
tarzımız, saçımızı kesme biçimimiz, bu bütün olarak dünyayı kuşatmış ve
son gelinen noktada adına küreselleşme denen vaka ile birlikte adete
kendisine karşı konulamaz bir güç olarak lanse ediliyor.
Bu tabi
bizim sadece günlük hayatı yaşarken kullandığımız araç gereçlerle
karşımıza çıkmıyor aynı zamanda kendi mensubiyetlerimizle
ilişkilerimizi de belirliyor. Yani tarihe baktığımızda geçmişte bizden
150-200 sene önce yaşamış bir insanın baktığı gibi bakmıyorsak biz
kendi tarihimize buda bir kültürel emperyalizmdir. Birörnek vereyim
size. Müslümanlar hiçbir zaman son 150 yılda yaptıkları kadar İslam
tarihini aşağılamadılar. Tarihe kurumlara bilimlere metodolojilere bu
kadar küçümseyici gözle bakmadılar. Mesela İslam tarihi siyasi anlamda
bir saltanat tarihidir. Fakat Müslümanlar saltanata hiç bugün olduğu
gibi lanetli bir kavram olarak bakmadılar. Böyle bir lanet
yüklemediler. Şimdi şuanda demokrasi ile saltanat arasında bir
karşılaştırma yapın desek bir insana hiç şüphe yok ki tereddüt etmeden
demokrasi diyecek.
Saltanat kavramını biraz açabilir miyiz?
Şimdi hemen söyleyeceğim. Bu önemli bir kırılma noktası bizim için. Bunu söylerken zihniyet olarak nasıl bir dönüşüm yaşamışız bunu ele vermesi bakımından söylüyorum. Böyle anlaşılmasını istiyorum. Saltanat babadan oğla geçen bir siyasi yönetim biçimidir. Bizatihi kötü bir sistem midir bilakis kötü bir sistem değildir. Saltanatı devralan kişi kötü ise saltanat kötü olur. İyi ise iyi olur.
Demokrasilerde de böyle değil mi ?
Tabiî ki her yönetim için böyledir. Şimdi biz Hulefai Raşidin
yönetimini bizim için referans noktası olduğundan, demokratik
yönetilmiş bir dönem olarak, demokratik yöntemlere benzer, yani en
azından aykırılık gözetmeyen bir dönem olarak görüyoruz. Ama böyle
değil Hulefa-i Raşidin geliş dönemine bakın demokrasiden asla söz
edilemez. Saltanat'a daha yakındır hatta bazılarına göre saltanattır.
Örneğin Hz. Ebubekir'in seçilmesine bakın. Ümmetin ileri gelenleri bir
araya geliyor ve Halifeyi seçiyor. Ümmetin büyük bir çoğunluğunun
bundan haberi bile yok. 3 kişi oturmuş ve bu 3 kişiden birisi Ümmete
halife olmuş.
Ama bunlar ümmetin Ehli Hal vel Akt dediğimiz, yani
ümmet adına iş görebilme yetkisine sahip ileri gelenleriydi. Bunun için
onların beyat ettiği kişi halife oluyordu. Hz. Ebubekir kendisinden
sonra Hz. Ömer'i tayin etmiştir. Tavsiye etmiştir. Benden sonra ona
beyat edin demiştir. Burada da seçim yok, demokrasi yok. Hz. Ömer
kendisinden sonra yönetimi 6 kişilik bir şuraya devretmiştir. Burada da
bir demokrasi yok. Saltanata daha yakın şeyler.
Bu örneği neden
veriyorum? Demokrasi kötüdür, saltanat iyidir diye değil. Biz
kendimize ait kavramlarla düşünmeyi terk ettiğimiz andan itibaren
Saltanat'a bir lanet anlamı yükledik. Saltanat kötüdür dedik, demokrasi
iyidir dedik. Bu bizdeki bir düşünce kırılmasının sonucudur.
Ve
sadece bu alana münhasır değildir. Bizim ulemamızın usul sistemine
bakın. Kuran'dan sistemden hüküm çıkarma sistemine bakın. Bugün İslam
dünyasında bu usul sistemi adeta beğenilmiyor bunun yerine daha farklı
hüküm çıkarma metodları bulabilir miyiz deniliyor.
Mesele ne? mesele bizim batılı değerlerle, batının anlayışı ile değer yargılarıyla çatışma teşkil etmeyecek bir dünya özlemimiz. Bu özlem her şeyin önüne geçmiş durumda. Batıyla çatışmayan, uyum sağlayan bir hayat tarzı, bir din, gelenek, bir siyaset biçimi. Batıyla çatışmayalım deniliyor neden?
Bu bir yenilmişlik psikolojisinin ürünü değimli?
Tabiî ki öyledir. Çünkü batı dünya demektir. Bakın dünyada iki savaş
oldu. Geçtiğimiz yüz yılda iki savaş yaşadık. Fakat biz bunlara dünya
savaşı diyoruz. Neden? Aslında bu savaşlar batının kendi içinde
yaşadığı savaşlar bunlar. Batı dünyayı kendisinden ibaret gördüğü için
bunlara da dünya savaşı diyor. Dünya kadarda insan öldürüyor. Her iki
savaşta hayatını kaybetmiş insanların sayısı kesin olmamakla birlikte
70-80 milyon civarında. Dünya tarihinde görülmüş bir şey değil. Bu
dünya tarihinde görülmüş bir şey değil. Bu dünya savaşı neden çünkü
batılılar birbirlerini kırdırlar. Asya karışmadı buna, Afrika
karışmadı. Almanların Rusları işgalini hariç tutarsak. Latin Amerika
karışmadı bu savaşa, Ortadoğu karışmadı bu savaşa. Nerden dünya savaşı
oldu bu? Bu savaş aslında batılıların yaşadığı bir savaş. Ama batılılar
dediğim gibi dünyayı kendilerinden ibaret gördükleri için bunun adı
dünya savaşı oldu.
Şimdi bakın basında, medyada, televizyonda,
gazetede, şurada, burada, bir dünya denbildiğinde batı kastediliyor.
Batı denilmiyor dünya deniliyor. Mesela dünya ile bütünleşmek
deniliyor. Ne kastediliyor? Batı ile bütünleşmek. Dünyadan kopmayalım,
bunu dünyaya izah edemeyiz deniliyor, kasıt ne? Batı.
Öyle bir
noktaya geldik ki dünya batıdan ibaret oldu. Dolayısı ile batıda
üretilen her türlü değer, kurum, kavram, teknolojik araç gereç, fikir,
moda, tarz dünya ölçeğine yayıldı küresel oldu. İşte bu kültür
Emperyalizmi dediğimiz şey tam budur. Batının kendi sosyo kültürel
tarihsel geçmişinden getirdiği tarzları bütün dünyaya yayması, bütün
dünyaya lanse etmesi, dolayısı ile bütün dünyanın batılı gibi olmaya
çalışması kültür emperyalizmidir.
Sizce İslam dünyasının en çok yıpratılan ve ortadan kaldırılan kavramlar nedir?
Böyle bir tespit yapmak aldatıcı olur. Çünkü bizim dünyamızı şekillendiren pek çok temel hayati kavram var. Bu temel hayati kavramların hemen her birinde bir operasyon yaşadık. Başta kendi kaynaklarımız olmak üzere yani biz Kuran'la sünnetle irtibatımızı temin eden sahih zeminleri terk edip, onun yerine batıdan devşirme kavramları kullanmaya başladık. Mesela bunlardan çok önemlisi 'Tarihsellik'tir. Gerek Kuran gerekse Sünnet bağlamında bu kavramı çok kullanır hale geldik. Kuran'daki bazı ayetlerin, Sünnetteki bazı uygulamaların tarihsel olduğunuz söylemeye başladık. Nedir bu? Sadece indiği dönemdeki toplumu bağlar bizi bağlamaz.
Bu düşünce insanı küfre sokar mı?
Evet sokar. Yani Çerçevesi tam olarak ortaya çıktığında, Tarihsellik
temelli fikrinin çerçevesi tam olarak ortaya çıktığında bunun ucu küfre
varan bir şey olduğunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz.
O
dönemi bağlar bizi bağlamaz demek; Allah Teala'nın o topluma münhasır
bir hüküm gönderdiğinin, bu ilahi hükmün bizi bağlamayacağını söylemek;
bir isyandır, başkaldırmadır, tuğyandır. Dolayısı ile ucu küfre kadar
çıkabilir. İşte bunun gibi hayatımızı yönlendiren pek çok kavram var.
Biz bu kavramlar üzerinde dinle irtibatımızı kuruyoruz. Sokakta konuşan
iki kişiye kulak verdiğimizde herhangi bir İslami mesele konuşuluyor
olsun. Birisi bir şey söylediğinde diğerinin verdiği tepki enteresan.
Bu Kuran'da var mı? diyor. Şimdi bu bir bilinç durumunun ifadesidir.
Bir şey münhasıran Kuran'da varsa kabule şayandır. Yoksa değildir. Buda
işte bir kültür emperyalizminin sonucudur. Neden? Çünkü az önce ifade
etmeye çalıştım. Peygamber efendimizin sünnetiyle irtibatımız
zedelendi. Sünnete güvenimiz kalmadı. Yani bizi kurtaracak olan Nuh'un
Gemisi Sünneti Seniyye. Ama biz onunla olan irtibatımızı bilinçli
olarak zedeliyoruz. Ve sonra İslam'ı Kuran'a tabiri caizse
hapsediyoruz. İslam Kuran'dan ibaret değildir.
Temelinde
merkezinde Kuran var; ama O'nun yanında Efendimiz (s.a.v) buyurmuş,
'Bana onun yanında O'nun gibisi veridi. O'nun misli verildi.' Evet,
Kuran'sız olmaz. Ama onun yanında onun misli var. Kuran'ın hayata
açılımı var. Ete kemiğe bürünmüş hali var, O'da sünnet işte. Sünnetle
ilişkimiz irtibatımız zedelendiği için karşımızdaki kişi konuştuğunda
bu Kur'an'da var mı diyoruz. Varsa kabul edeceğiz, yoksa reddedeceğiz.
Bu bizim doğrudan itikadımıza yansıdı. Sünnetle sabit olmuş pek çok
itikadi umdeyi, unsuru kolayca reddedecek hale geldik. Bakın şimdi,
kabir azabı, kıyamet alametleri, Hz. İsa'nın nüzulü, Deccal, sırat,
mizan, şefaat, Allah Teâlâ'nın kıyamette gözle görülmesi gibi hususlar
bizim Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikat kitaplarında eskiden beri
zikredilir. Ve bunun istisnası yoktur. Bir insan Ehl-i Sünnet vel
Cemaat itikadına mensupsa bunların hepsine inanır. Fakat son zamanlarda
Sünnet konusunda beynimize sokulan virüsler marifetiyle biz bunları
inkâr eder hale geldik.
En çok tartışılan konuda Hz. İsa gelecek mi? Gelmeyecek mi?
Tabi bunu kim tartışıyor. Bizimle aynı safta duran, namaz kılan,
aynı ismi taşıyan, İslami hizmetler yapan insanlar. İşte Kültür
Emperyalizmi dediğimiz şey bu. İtikadımıza kadar uzanıyor. Nereden
kaynaklanıyor bu? Çünkü diyor; 'İsa A.S'dan buyana 2000 sene geçmiş,
nerede yaşıyor, ne yiyiyor, ne içiyor?' tam bir materyalist ve
pozitivist felsefe. Biz biliyoruz ki: Peygamberler mucize gösteren
insanlardır. Allah Teala Peygamberler vasıtasıyla ilahi mesajlar
insanlara ulaşsın diye zaman zaman irade buyurduğunda tabiat
kanunlarını devre dışı bırakıyor ve insanları harikulade dediğimiz,
adet üstü, normal dışı zuhuratlar gösteriyor. Bu zuhurat değil, gösteri
değil, olay hakikaten cereyan ediyor.
Efendimiz (S.A.V) bir
işaretiyle ayı ikiye böldüğünde insanların gözüyle ay ikiye bölünmüyor,
ay gerçekten ikiye bölünüyor. Parmaklarından su akıttığında insanlara
öyle görünmüyor, su gerçekten akıyor. Mucize bu. Mucize ile göz
boyacılık arasında ki fark bu zaten.
Şimdi bunu rasyonel akıl
izah edemediği için, Müslümanlarda Kültür Emperyalizmi sonucunda
rasyonel düşünmeye başladıkları için, mucizeyi inkâr ediyorlar. İspat
edemedikleri için. Temelini açıp bakıyorsunuz nerede var bu? Modernist
Yahudi ve Hıristiyan din adamlarının din anlayışlarında var.
Bunun
bir sebebi de genel de tarikat geleneğinde olan, Şeyh uçmaz, mürit
uçurur anlayışı ile olur olmaz şeylere inanmaktan kaynaklanmıyor mu?
Bu doğrudur. Tabiî ki böyledir. Ama bir yanlışı ortadan kaldıracağız diye başka bir yanlış yapmak doğru değildir. Bu mantıksız bir şeydir. Yanlış yanlıştır. Onu tek başına lokalize edip onunla aynı sahada mücadele etmek gerekir. Böyle bir yanlış yapılıyor diye doğruları da buna feda etmek doğru değildir. Yanlış bir mantık olur bu. Tasavvufta olsun, başka sahalarda olsun, kesinlikle insanın olduğu her yerde ifrat'ta olur tefritte. Önemli olan bunları müstakim bir şekilde değerlendirmek, istikamet ölçüsünde değerlendirmek gerekmektedir. Yoksa her alanda, her toplumda, her tarihte ve coğrafyada ifratta vardır tefritte vardır. Birisi için yada diğeri için istikameti, doğruyu terk etmek yanlış olur.
Peygambere 'Postacı, ölmüş ve işi bitmiş' diyen sapıklar
Aldanmayınız!..
Ehl-İ Sünnet hocalarından biri, aykırı bir ilâhiyatçının basına sızdırılmayan gizli bir konferansının (gizlice alınan) ses kayıtlarını dinlemiş ve şöyle söylemiş:
"Bu adamın bozuk olduğunu söylüyorduk. Bu konferansından sonra onun kâfir olduğunda şüphe kalmadı..."
(Doğru, dürüst, temiz ilâhiyatçıları tenzih ederiz...)
Maalesef zamanımızda birtakım reformcular, değişimciler, yenilikçiler taqiyye yaparak asıl inançlarını gizliyorlar.
Aykırı fikirleri olan reformculara karşı Müslümanların çok dikkatli olması gerekir.
Böylelerine kesinlikle itimad edilmez, güvenilmez.
1. Kur'ân tek kaynaktır, Sünnet kaynak değildir diyenler Sünnet'i inkâr ettikleri için dinden çıkmışlardır.
2. Kur'ân'daki ve Sünnet'teki kesin hükümlerin bir kısmı tarihseldir, onlar bugün geçerli değildir diyenler Doğru Yol'dan çıkmışlardır.
3. İslâm ve iman ile küfrü bağdaştırmak, uzlaştırmak isteyenler açık bir sapıklık içindedir.
4. Peygamberi hafife alan, "O bir postacı idi, ölmüştür, işi bitmiştir" diyenler sapıktır.
5. Ben de Müslümanım ama Şeriata karşıyım diyenler korkunç bir çelişki içindedir.
6. Ashabın büyüklerinden Ebu Hureyre hazretlerine sövüp sayanlar Kur'ân ve Sünnet Müslümanı olamaz.
7. Yüzden fazla hadîsle geleceği bildirilmiş ve bu bilgi mânevî tevâtür derecesine ulaşmış olan Mehdi'nin zuhurunu ve Hz.İsa'nın nüzulünü inkâr edenler Cadde-i Kübra ve Sevad-ıAzam İslâmlığından çıkmış olurlar.
8. Azılı Farmason, taqiyye yaparak Müslümanları aldatan, şaibeli ve bulaşık Efganî'yi, onun tilmizi Abduh'u, onun tilmizi Reşid rıza'yı; münci (kurtarıcı), imam (din önderi), hidayet kılavuzu olarak gösterenler dall ve mudildir.
9. Ehl-i Sünneti yıkmak için çalışanlar hizmetkâr değil, hezimetkârdır.
10. Din hocaları, ulemâ aradan çıksın, herkes kendi kafasına göre Kitabullahı yorumlasın, ondan hüküm çıkartsın diyenler tamir değil tahrip ederler.
Muhterem Müslüman kardeşlerimiz!.. Reformculara, değişimcilere, yenilikçilere, diyalogçulara, İslâm aktivistlerine, şazz ve aykırı inanç ve görüşlere sahip olanlara, Ehl-i Sünnet yıkıcılarına kapılmayınız, aldanmayınız, tuzaklarına düşmeyiniz. Ebedî saadetinizi yitirebilirsiniz.
İmam ve allâme Kevserî
İmam (din önderi) Muhammed Zahid el-Kevserî hazretleri (Cenâb-ı Hak ona rahmetiyle muamele buyursun) Türkiyemizin, İslâm âleminin, özel olarak da Çerkeslerin medar-ı iftiharı bir âllamedir. Onun için "Asrının müceddididir" denilmiştir.Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
Bu zat Kur'ân'a, Sünnet'e, Selef-i Sâlihîn ve Ehl-i Sünnet ve Cemaat yoluna çok büyük hizmet etmiştir.
Bazı sebepler dolayısıyla, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi gibi Türkiye'yi terk etmiş, Mısır'a yerleşmiş, ölünceye kadar orada çok değerli Arapça kitaplar yazarak Din-i Mübin-i İslâm'a, Kur'ân-ı Azimüşşana, Sünnet-i Resulullah'a, Şeriata, fıkha, ulûm-i islâmiyeye, Ümmet-i merhumeye hizmet etmiştir.
Bid'at ve dalalet fırkalarıyla mücadele etmiş, çürütülmesi mümkün olmayan ilmî ve dinî delillerle bozuk ve yanlış görüşleri red ve cerh etmiş, Müslümanlara doğru yolu göstermiştir.
Her Ehl-i Sünnet Müslümanı bu büyük âlimi, hizmetlerinden ve himmetinden dolayı rahmet, minnet ve şükranla anmalıdır.
Bendeniz, bir Müslümanın doğru yolda olup olmadığını, Zahid el-Kevserî gibi âlimlere bakışından anlarım. Kevserî'yi Mustafa Sabri'yi, İsmail Yusuf en-Nebhanî'yi, Zeynî Dahlan'ı ve benzerlerini seviyor ve tutuyor mu? O halde doğru yoldadır.
Şu hususu da tebarüz ettirmekte faide var: Merhum Şeyhülislâm Mustafa Sabri ile Zahid Kevserî arasında teferruata ve dekayıka (inceliklere) ait bir meselede ilmî tartışma olmuştur. Böyle şeyler büyük âlimler arasında olabilir. Kendim için söylüyorum, küçükler bunlara karışmaz, tartışan âlimlerin birine veya bazısına saygısızlık göstermez. İslâm'da, teferruata ait konularda çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilik geniş bir rahmettir. Ehl-i Sünnet ulemâsının hepsi bizim başımızın tacıdır.
Kevserî hazretleri, Cenâb-ı Hak hazretlerini noksan sıfatlardan tenzih hususunda, ehl-i bid'at fırkalarıyla gerçekten iyi ve başarılı bir mücadele yapmıştır. Allah onu hayırla mükafatlandırsın.
Bid'atçiler, yukarıda saydığım büyük Sünnî ulemâyı ve diğerlerini halka ve gençliğe tanıtmazlar. Bu onların vazifesi değildir. Sünnîlerin ve Sünnî geçinenlerin vazifesidir. Vâ esefâ...
İmkânım olsa son yüzyılın otuz kadar büyük Sünnî ulemâsı hakkında müstakil kitaplar hazırlatır, hizmetlerini, himmetlerini yazdırır, eserlerinden parçalar ilave ettirir yayınlardım. Böyle kitaplar bir iki bin baskı ile tesirini göstermez. Bunları yüzer bin yüzer bin basmalı ki, halkKur'ân'a, Sünnet'e, Hak Yola hizmet edenleri tanısın, bid'atçileri öğrensin.
Kevserî hazretleri gurbette yaşadı. Malı mülkü, akrabaları burada kaldı. Diyar-ı gurbette kanaat ile geçindi. Din-i Mübin'e para ile hizmet etmedi. Ehl-i bid'at ile para karşılığında tartışmadı.
Bir ara af çıktıktan sonra Türkiye'ye gelmek istedi. Frenk serpuşu giydirirler korkusuyla gelemedi.
Yaşadı, hizmet etti, öldü...Faydalı, kıymetli eserleri sadaka-i câriye olarak kaldı. O kitaplar okundukça, o kitaplar bâtılı iptal ettikçe, o kitaplar tereddüt ve şüpheleri izale ettikçe inşaallah melekler, açık duran defter-i a'maline sevap yazacaklardır.Ne mutlu böylelerine. Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi salihlerin, ahyarın ve onları sevenlerin üzerine olsun.
Daha Fazla İçerik...
Sayfa 4 - 11