Şianın sapık kuran anlayışı...
ŞİA’NIN KURAN ANLAYIŞI
(Blogcu.com sitesinden alıntıdır)
Ehli
Sünnet’in bütün diğer zümreler gibi, Şia ile ihtilaf ettiği en önemli
mesele Kuran hususundadır. Ehli Sünnet’e göre Kuran, Allah tarafından
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e sav. nazil olan, bütün insanlığa
gönderilen son kitaptır; asla bozulmamış ve değişmemiştir; kıyamete
kadarda bozulmayacak ve değişmeyecektir. Kuran, Hz. İbrahim ve Hz.
Musa’nın sahifelerinin, Zebur’un, İncil’in ve önceki diğer semavi
kitapların aksine, her türlü tağyirden, tahriften, noksanlıktan ve
ziyadelikten uzak, Yüce Allah tarafından muhafaza edildiği ve korunduğu
için, iki kapak arasında, Mushaflara yazılı olduğu şekliyle günümüze
kadar gelmiştir. Daha önceki semavi kitaplar, Resullerin vefatından
sonra ziyade ve noksandan kurtulamamıştır. Halbuki Kuranı Kerim
hakkında Yüce Allah şöyle buyuruyor: <>
Kuranı
Kerim’in Allah tarafından korunduğuna ve muhafaza edildiğine inanmamak,
Kuran’ı inkar etmek ve Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu Şeriatı kabul
etmemek demektir. Zira böyle bir anlayış, Kuran’ın bütün ayetlerinde
tebdil ve tahrifin mevcut olabileceği ihtimalini doğurur. Böyle
ihtimaller baş gösterince de, inanç esasları batıl olur. Halbuki iman,
ancak yakinle gerçekleşir; asla zanlar ve ihtimallere yer dayanmaz.
Şiiler,
genellikle, Müslümanların ellerinde bulunan ve Allah tarafından
muhafaza edilmiş olan Kuran’ın sahih olduğuna inanmazlar. Onlar, bu
anlayışla, bütün Müslüman fıkralara ve İslam mezheplerine ters
düşerler. Kuran’da ve Sünnet’de yer alan bütün sahih nassları inkar
ederler; akıl ve müşadenin doğru kabul ettiği hususlara karşı çıkarlar;
hakka karşı büyüklenerek, gerçek olanı terk ederler.
İşte
sunilerle Şiiler arasında ki esas ihtilaf, Kuran’a bakış açısından
kaynaklanmaktadır. İnsan, ancak Kuran’ın Allah’ın emri üzerine Hz.
Peygamber’in Müslümanlara tebliğ ettiği ilahi kelam olduğuna inandığı
zaman Müslüman olur. Bunun içindir ki, Kuran-ı Kerim’i inkar etmek,
Resulullah’ı inkar etmek demektir.
Eş-Seyyid
Muhibbuddin el-Hatib el-Hututul Arida isimli risalesindeki şu sözü ne
kadar doğrudur: “Onlar, dinin esasını teşkil eden Kurana gerçek manada
inanmadıkları halde, yakınlaşma ve birlik davasında olurlar”.
Şiilerin,
Kuranla ilgili inançlarını aksettiren delillerden bazıları şunlardır:
Şiilerin Buhari ayarındaki gördükleri büyük muhaddisleri el-Kuleyni,
el-Kafi adlı eserinde, Hişam b. Salim’den, Ebu ABdillah’ın şu sözünü
nakleder: <>
Bilindiği
üzere Kuranı Kerim’in ayetleri, 6000 aeyetin biraz üzerindedir. Şii
müfessir Ebu Ali et-Tabersi, Dehr suresinin bir ayetinin tefsirinde
“Kuran ayetlerinin toplamı 6236’dır” der.
Bu
rivayetler, Şia’ın üç ayrı Kuran’ın varlığını kabul ettiğini
göstermektedir. Nitekim el-Kafi’de Ebu Basir’den nakledilen şu
rivayet, buna delil teşkil eder: <<<
el-Camia >> bizim yanımızdadır; sen onun ne olduğunu bilirmisin?
Diye sordu. Ben de, canım sana feda olsun, << el-Camia>>
nedir? dedim. Ebu Abdillah, şöyle dedi: O, boyu resulullah’ın karışı
ile yetmiş karış olan, Resulullah tarafından parça parça yazdırılan,
Hz.Ali’nin sağ eli ile yazdığı, içersinden yaralama diyetine kadar ,
helal ve haramla ilgili insanların ihtiyaç duyduğu her şeyin bulunduğu
bir sahifedir. Eliyle bana dokunarak, hazır mısın, ey Ebu Muhammed,
dedi. Ben de canım sana feda olsun, ben seninleyim istediğini yap,
dedim. Ebu Abdillah, eliyle bana dürterek <>
dedi. Bunu söylerken öfkelenmiş gibiydi. Ben, Allah’a yemin olsun ki,
bu ilimdir, dedim. Ebu Abdillah, bu ilimdir; fakat senin bildiğin gibi
bir ilim değildir, dedi. Bir müddet sustuktan sonra, <> bizdedir; sen <>
in ne olduğunu bilirmisin? dedi. Cifr nedir? diye sorduğumda: O Ademden
itibaren, bütün nebilerin ve vasilerinin ilminin, aynı şekilde İsrail
Oğullarından gelmiş geçmiş bütün ulemanın ilminin bulunduğu bir kaptır,
dedi. Ben, işte ilim budur, dediğimde, o, evet ilimdir; fakat senin
bildiğin ilimlerden değildir, dedi. Ebu ABdillah, bir süre sustuktan
sonra, <> da bizdedir; sen
Fatıma’nın Mushafını bilirmisin? dedi. Ben de, Fatıma’nın Mushafı’nın
ne olduğunu sordum, şöyle cevap verdi: O, sizin elinizde bulunan
Kuran’dan üç defa daha büyüktür ve ondan sizdekinden bir harf dahi
yoktur, dedi.>>
Şii
akidenin dayandığı bu hataları, batıl şeyleri ve hurafeleri bir yana
atsak bile, bu rivayet, Şia’nın bütün Müslümanalrın doğruluğunu
kesinlikle kabul ettikleri mevcut mushaftan dörtte üçünün
hazfedildiğine inandığını ortaya koymaktadır. Kuran’da tahrif olduğunu
idda eden bir kimseye, takıyye adına, yani Müslümanları kandırmak için,
görünüşte karşı çıkan Şia, Sefirler vasıtasıyla Sahibul Emir’le yani
Mehdi el-Mezum’la görüştüğünü söyleyen el-Kuleyni’nin, sefirler
aracılığı ile Gaybeti Suğra döneminde bulunan Sahibul Emr’e sunduğu ve
onun rızasına nail olduğu el-Kafi adlı kitabında yer alan bu iki
rivayet hakkında da demektedir?
Acaba bu hususta, Şiiler ne derler, insaf sahibi kimseler ne derler?
……………………………………………
Şia’nın
Kuran’a bakışını ortaya koyan rivayetler, bir veya iki değildir.
Onların, Müslümanların ellerinde bulunan Kuran’ın tebdil ve tağyirden
korunmamış olduğuna inandıklarını bildiren pek çok rivayet ve hadisleri
vardır. Onlara göre, bu Kuran’ın bazı kısımları uydurulmuş, bazı
kısımları da tarif edilmiştir. Besairud Derecat sahibinin Ebu
Cafer’den naklettiği şu rivayet, bu hususu daha da açıklığa kavuşturur:
<>
Bu
hususta, başka şeyler söylenebilir mi? Evet, bu konua söylenmiş, bundan
daha aşırı sözler de vardır! Mesela Kuleyni Kafi’sinde şunları rivayet
eder: <>
Bunun bir benzeri de, Kuleyni’nin Ebu Basir’den naklettiği şu rivayettir: <<>
(Casiye 45/29) ayetinden bahsettiğimde şöyle dedi: Kitab konuşmadı ve
asla konuşmaz; ancak Resulullah, Allah’ın Kitabı ile konuşur. Allah,
“Bu gerçekten sizin aleyhinize konuşturulan (mechul sigasıyla)
kitaptır” buyuruyor. Ben, canım sana feda olsun, biz bu ayeti artık
böyle okuyacağız, dedim. Bunun üzerine Ebu Abdillah, Allah, Cebrail
vasıtasıyla Hz. Muhammed’e bu ayeti bu şekilde indirdi; fakat bu tahrif
edilen ayetlerdendir, dedi.>>
Şii
alim Seyh Saduk İbnu Babaveyh el-Kummi, Kitabında şu rivayet izikreder:
“Muhammed b. Ömer el-Hafız el-Bağdadi, Abdullah b. Beşir’den, o
el-Ecleh’ten, o Ebu Zubeyr’den, o da Cabir’den, Cabir’in Resulullah’ın
şöyle dediğini işittiğini nakleder: Kıyamet gününde şu üç şey şikayetçi
olarak gelir: Mushaf, Mescid (Kabe) ve benim yakınlarım. Mushaf şöyle
der: Ey Rabbim, beni Yırttılar ve Yaktılar”
Şia’nın
seçkin müfessirlerinden olan meşhur eş-Seyh Muhsin el-Kaşi, Ebu
Cafer’in “Allah’ın Kitabın’da, bir fazlalık ve noksanlık olmasaydı,
bize verilen hakkımız gizlenmezdi; Kaimimiz (el-Mehdi) ortaya çıktığı
zaman, Kuran onu doğrulardı” dediğini nakleder.
Kuran’ı Kim Tahrif Etti ve Bozdu?
Tabersi’nin
bütün Şiilerin itimad ettiği “el-İhticac” adlı kitabında, Şia’nın
Kuranı Kerim hakkında akidesini ortaya koyan ve Allah’ın onlardan ve
onların da Allah’tan razı olduğu Muhacir ve Ensar’dan sahabenin
ulularına karşı içlerinde besledikleri kine delalet eden şu rivayet,
yukarıda zikrettiklerimizin hepsinden daha sarihtir. Şii muhaddis şöyle
der: Ebu Zer’den gelen bir rivayete göre, Resulullah sav. vefat
ettiğinde, Hz. Ali Kuran’ı topladı ve onu Ensar ve Muhacirlerine
getirdi. Resulullah’ın kendisine vasiyet ettiği üzere onu, ashaba arz
etti. Hz. Ebu Bekir onu açınca, açtığı ilk sahifede ashabı kötüleyen
ayetlerle karşılaştı. Bunun üzerine Hz.Ömer ayağa kalktı ve ey Ali,
bunu al, götür, bizim ona ihtiyacımız yok, dedi. Bunun üzerine Ali,
topladığı Kuran’ı aldı ve oradan uzaklaştı. Sonra kura olan Zeyd b.
Sabit oraya geldi. Hz. Ömer ona, Ali bize içersinde Muhacir ve Ensar’ı
kötüleyen ayetlerin bulunduğu bir Kuran getirdi. Biz, bir Kuran telif
etmeyi ve onda Muhacir ve Ensar’ı kötüleyen ne varsa çıkarmayı
düşünüyoruz, dedi. Bu teklifi kabul eden Zeyd, eğer ben istediğiniz
şekilde Kuran’ı yazıp bitirirsem, Ali de kendi telif ettiği Kuran’ı
ortaya çıkarsa, yaptığımız her şey boşa gitmiş olmaz mı? Dedi. Ömer,
buna çare nedir? diye sordu. Zeyd, siz bunun çaresini benden daha iyi
bilirsiniz dedi. Ömer, onu öldürmek ve ondan kurtulmaktan başka çare
yoktur dedi ve Halid b. El-Velid’e, onu öldürmesini emretti; fakat
Halid buna muktedir olamadı. Ömer halife olunca, onlar, kendilerinde
bulunanla değiştirmek için Ali’den elindeki Kuran’ı getirmesini
istediler. Ömer, ey Ebul Hasan, Ebu Bekir’e getirdiğin Kuran’ı
getirirsen, onun üzerinde ittifak edebiliriz dedi. Ali de, maalesef bu
mümkün değil, ben onu Ebu Bekir’e, aleyhinize delil olması, kıyamet
gününde “Bizim bundan haberimiz yoktu” (Araf 7/172) veya onu bize
getirmedin, dememeniz için getirdim; benim yanımda bulunan Kuran’a
ancak temiz olan kimseler ve soyumdan gelecek olan vasiler el
sürebilir, dedi. Bunun üzerine Ömer, onun açığa çıkarılması için belli
bir zaman varmıdır? dedi. Ali de, evet, evladımdan, Kaim olan kişi
ortaya çıktığında, onu açıklar ve insanları ona yöneltir, dedi
İnsaf
sahipleri, adiller, hakkı ve doğruluğu savunanlar nerede? Eğer Hz. Ömer
Şia’nın zannettiği gibiyse, Resulullah’ın sav. ashabından, emin, sadık
olan, Kuran ve Sünneti koruyan kim olabilir? Suni ülkelerde, Suni-Şii
yaklaşmasına çağıran Şii davetçiler bu hususta ne derler?
Ümmetin
birlik ve beraberliği yolunda nutuk atanlar buna ne derler?
Resulullah’ın risaletini tebliğde emin kişiler olan, davetine yayan,
davasını yücelten, Allah yolunda cihad eden ve bu gaye ile çalışan
Resulullah’ın yakın ashabını ve Hz.Ömer’i hesaba katmadan birlik ve
beraberlik olur mu?
Ehli
Sünnet içersinde, Şia’nın Müslümanların uluları ve seçkin ve önderleri
ile Raşid halifeler Ebu Bekir, Ömer ve Osman ra. ve onlara uyanlarla
kıyamete kadar onların yolunda olanlar hakkında düşündüğü gibi, Hz.Ali
ve evladları hakkında düşünen bir kimse var mıdır? Aksi takdirde, “Ey
Müslümanlar, çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve
kuvvetiniz gider” (Enfal, 8/46) ayetinin işaret ettiği mana ne olur?
Şiilik
ve Ehli Sünnet arasındaki yakılaşma daveti bu mudur? Halbuki biz, size
hürmet ediyoruz, siz bizi hafife alıyorsunuz. Bize size saygı
gösteriyoruz, siz bizi kötülüyorsunuz. Biz size bir şey söylemiyoruz,
siz bize sövüyorsunuz; geçmişlerinizi sayıyoruz, siz bizimkilere
hakaret ediyorsunuz. Büyüklerinize saygılı davranıyoruz, siz ise bizim
büyüklerimizi ayıplıyorsunuz. Ali ve evladı hakkında söz söylemekten
kaçınıyoruz, siz ise Ebu Bekir, Ömer, Osman ve onların çocuklarına dil
uzatıyorsunuz. Allah’a yemin ederim ki, bu haksızlıktır!...
Tabersi’nin <>
adlı kitabında imamlara isnad ettiği bu yalan rivayetlerin benzeri pek
çok rivayet, onlarca Buhari ayarında görülen el-Kafi’de de mevcuttur.
Mesela, Ahmed b. Muhammed b. Ebi Nasr’dan şu rivayet nakledilir: <<>.
Kemalud
Din Meysem el-Bahrani, Şerhu Nechul Belaga adlı eserinde, Şia’nın Hz.
Osman’ı kötülemelerini zikreder. Onlardan biri şöyledir: <>
Seyyid Nimetullah el-Hüseyni << adlı kitabında şöyle der: <>
Şii Muhaddis Muhammed el-Kuleyni’nin Cabir el-Cufi’den naklettiği meşhur hadis zikrettiğimiz bu rivayeti teyid etmektedir: <>
Mushaf Kimdedir?
Allah’ın
Hz. Muhammed’e sav. indirdiği, Ali b. Ebi Talib’in de topladığı ve
muhafaza ettiği bu Mushaf nerede? Kuleyni’nin Salim b. Seleme’den
rivayet ettiği şu hadis, bu soruya cevap verir: <<>
ortaya çıkıncaya kadar, herkesin okuduğu gibi oku. Kaim ortaya çıktığı
zaman, Allah’ın indirdiği kitabı, gerçeği üzere okuyacak ve Ali’nin
yazdığı mushafı ortaya çıkaracaktır. Hz. Ali, yazıp bitirdiği zaman onu
insanlara sunmuştu ve onlara şöyle demişti: Bu Allah’ın Hz. Muhammed’e
inzal ettiği, benim de iki kapak arasında topladığım kitaptır. Bunun
üzerine orada bulunanalar: Kuran’ı bütünüyle ihtiva eden Mushaf
bizdedir; seninkine ihtiyacımız yoktur, demişler, Ali de onlara, onu
topladığımda, okumanız için size göstermeseydim, hiçbir zaman onu
göremezdiniz, dedi>>.
Bu
sebeple Şiiler, dönüşünü bekledikleri 12. imamın, yanında bu Mushaf
olduğu halde Serdab’a girdiğine, burada yaşadığına, bu vehmedilen
Serdab’dan çıktığında mushafı da beraberinde çıkaracağına itikad
ederler. Nitekim Şiilerin önde gelenlerinden Ebu Mansur Ahmed b. Ebi
Talib et-Tabersi el-İhticac ala Ahlil Lucac adlı kitabının
mukaddimesinde bu konuda serdedilen malum rivayetlerden bahseder: <>.
Tabersi,
söz konusu kitabına şunu nakleder: “Dönüşü beklenen 12. imam ortaya
çıktığında, yanında Resulullah’ın silahı ve kılıcı Zülfikar bulunur.
Aynı şekilde onun yanında, içinde kıyamete kadar bütün taraftarlarının
isimlerinin yazılı bulunduğu sahife vardır. Yine uzunluğu 70 karıl olan
Ademoğullarının ihtiyaç duyduğu her şeyi ihtiva eden bir <>
mevcuttur. Büyük ve Küçük cifr de onun yanındadır. Cifr, koç
derisindendir; içerisinde yaralama diyeti , kırbaç cezası, yarım ve
üçte bir kırbaç.lamaya kadar, insanların ihtiyaç duydukları bütün
ilimler mevcuttur. Ayrıca 12. imamın yanında Hz. Fatıma’nın mushafı da
vardır>>.
Aynı
şekilde el-Kuleyni, el-Kafi şu rivayeti zikreder: “Ashabımızdan bir çok
kimse Sehl b. Ziyad’dan, o Muhammed b. Süleyman’dan, o da bazı
arkadaşlarından Ebul Hasan’ın şöyle söylediğini nakleder: Ebul Hasan’a
canım sana feda olsun, Kuran’dan öyle ayetler işitiyoruz ki, bunlar
bizim yanımızdaki Kuran’dan farklıdır; onların sizden bize ulaştığı
şekilde güzel de, okuyamıyoruz; bu durumda biz günah mı işliyoruz, diye
sordum. O, öğrendiğimiz şekilde onları okumayın; size onu okunmasını
öğretecek olan, gelecektir, dedi.”
Şii
muhaddis Seyyid Nimetullah el-Hüseyni el-Cezairi de, buna benzer
rivayetler zikreder. O, Safi adıyla bilinen tefsirin yazarı Şii alim
Muhsin el-Kaşi’nin talebesidir. El-Cezairi 1678 senesinin ramazan
ayında yazmasını tamamladığı “el-Envarun Mumaniyye fi BeyaniMarifeti
Neşetil İnsaniye” isimli kitabında söz konusu rivayeti nakleder.
Kitabın mukaddimesinde, bu konudan şu şekilde söz eder: “Bu hususta
sadece temiz ve masum imamlardan aldığımız ve nakil kitaplarından bize
göre doğru kabul ettiklerimizi zikretmeyi gerekli gördük; zira tarih
kitaplarının çoğu, pek çok kimsenin Yahudi tarihlerinden yaptıkları
nakillerden ibarettir. Bu sebeple onlarda bulunan haberlerin çoğu fesat
çıkarıcı yalanlar ve uydurulmuş hikayelerdir”
Şii
muhaddis el-Cezairi, kitabında şöyle der: “Bize ulaşan haberlere göre
imamalr, taraftarlarına, efendimiz Sahibuz Zaman zuhur edinceye kadar,
mevcud Kuran’ı namazlarda ve diğer yerlerde okumayı ve onun
hükümleriyle amel etmeyi emrettiler. Sahibuz Zaman zuhur ettiğinde,
insanların elinde bulunan Kuran semaya kaldırılacak ve Müminlerin
Emiri’nin telif ettiği Kuran ortaya çıkacaktır. O okuyacak ve onun
emirleriyle amel edilecektir”
Buraya
kadar zikrettiğimiz görüşler, önemli sayılmayacak birkaç kişi dışında,
önceki Şiilerin tamamının hemen hemen üzerinde ittifak ettikleri Şii
akideleridir. Bazı kimseler, daha sonra zikredeceğimiz sebepler
yüzünden, bu görüşlere karşı çıkmışlardır.
Onların
inkarı bir delil ve burhana dayanmaz; çünkü onlar, Şiiler arasında
yaygın olan bu hadisleri ve haberleri red etmeye muktedir değillerdir.
Nitekim Şii alim Hüseyin b. Muhammed Takiyyun Nuri et-Tabersi, “Faslıl
Hitab fi İsbati Tahrifi Kitabı Rabbil Erbab” adındaki meşhur kitabında,
Seyyid Nimetullah el-Cezairi’den naklen şu rivayette bulunur: “Bu
konuya (Kuran’da tahrif bulunduğuna) delalet eden haberler, binin
üzerindedir; el-Mufid, el-Muhakkık ed-Damad, Allame el-Meclisi ve
benzeri bir topluluk, bu hadislerin yaygın olduğunu kabul etmişledir.”
O,
el-Cezairi’den şunu da nakleder: “taraftarlarımız, Kuran’da tahrif
olduğuna açıkça delalet eden yaygın, hatta mütevahir haberleri
doğruluğunda ittifak ederler”
Tanınmış
Şii müfessir Muhsin el-Kaşi de konuyla ilgili olarak şöyle der: “Ehli
Beyt yoluyla gelen bu ve benzeri rivayetlerin tamamından, ortaya şu
netice çıkmaktadır: Elimizde bulunan Kuran bütünüyle, Hz. Muhammed’e
indirilen Kuran değildir; Allah’ın indirdiğinden başkadır. Onun bazı
kısımları değiştirilmiş ve bozulmuştur. Bir çok husus da ondan
çıkarılmıştır. Aynı şekilde o, Allah ve Resulünün razı olduğu tertip
üzerine değildir.”
En-Necaşi’nin
“hadiste sika, sıbt, mutemed ve sahihul mezheb” olarak tavsif ettiği ve
tefsiri hakkında “gerçekten sadıkların tefsiri” denilen, şii
müfessirlerin en önde gelenlerinden olan Ali b. İbrahim el-Kummi,
tefsirinin mukaddimesinde şöyle der: “Elde bulunan Kuran’da nasih ve
mensuh, muhkem ve müteşabih ayetler olduğu gibi… Allah’ın indirdiğinden
başka olanlar da vardır.”
El-Kummi’nin
tefsirini yorumlayan Şii alim, şii ulemanın Kuran’da tahrif meselesi
ile ilgili görüşlerini zikrederek şöyle der: “İsmini
zikrettiklerimizden başka, önceki ve sonraki ulemanın ve muhaddislerin
sözlerinden anlaşılan, Kuran’da noksanlık olduğu hususudur. El-Kuleyni,
el-Bekri, el-Iyaşi, en-Numani, Furat b. İbrahim, Ahmed b. Ebi Talib
et-Tabersi, el-Meclisi, es-Seyyid el-Cezairi, Allame el-Futuni,
es-Seyyid el-Bahrani, bu görüşte olan Şii bilginlerdir. Onlar,
görüşlerini ayetlere ve apaçık rivayetlerle ispatlama yoluna giderler”
Şia’nın Kuran’da Tahrif Olduğuna İnandığına Dair Misaller:
Şiilerin
kendilerince güvenilir kabul edilen kitaplarında, Kuran’ın muharref ve
mugayyer olduğuna inandıklarını ispat ettikten sonra, şimdi de
okuyucuya ve araştırıcıya, hadis, tefsir fıkıh ve akaid sahasında
yazılmış muteber Şii kitaplarından, Kuranda tahrif ve değişme olduğuna
teşkil eden misalleri serdedelim.Bu konudaki rivayetlerde, aynı şekilde
Şiilerin masum saydıkları imamlarından gelmektedir. Her şiinin, bu
imamlara uyması ve itaat etmesi farzdır. Onlardan gelen rivayetler de,
asla cerh ve tadile tabi tutulmaz. Mesela Şii bilgin Ali b. İbrahim
el-Kummi, Ayetul Kursi’nin tefsirinde, babasın Hüseyin b. Halid’den
naklettiği şu rivayeti zikreder: “Ebul Hasan Musa er-Rıza, Ayetul
Kursi’yi şu şekilde okudu: Elif-Lam-Mim. Allahu la ilaha illa hu
ek-Hayyul Kayyum, La te huzuru sinetun ve la nevm. Leh uma fissemavati
ve ma fil ard ve ma beynehuma ve ma tahres sera alimul gayb ve ve’ş
şehadeh er-
Rahman er-Rahim”
Şia’nın
Ayetul Kursi’nin bir kısmı olduğuna inandığı “ve ma beynehuma ve ma
tahres sera alimul gayb ve ve’ş şehadeh er-Rahman er-Rahim ifadeleri bu
sürede mevcut değildir.
“Le
hu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihi yahfazunehu min
emrillah” (Ardında ve önünde insanoğlu takibedenler vardır; Allah’ın
emriyle onu gözetirler)
ayetini zikreden el-Kummi, şöyle der: “Bu ayet Ebu Abdillah’ın yanında
okunduğu zaman, o, bunu okuyan şahsa, Sen Arab değimlisin, <>
nasıl onu önünde olur, şüphesiz arka geridedir, dedi. Bunu üzerine Ebu
Abdillah ayetin le hu muakkbatün ve rakibun min beyni yedeyhi ve
yahfazunehu bi-emrillah, şekliyle nazil olduğunu söylemiştir.”
Şia’nın
altıncı imamı olan Ebu Abdillah Cafer burada, Rad suresinin 11. ayetin,
“Le hu muakkıbatün min beyni yedeyhi ve min halfihi yahfazunehu min
emrillah” şeklinde okuyan bir kimseye hakaret etmekte ve buradaki “min
emrillah” lafzını “bi-emrillah” şeklinde değiştirmektedir. Üstelik bu
ayeti Kuran’da yazılı olduğu şekliyle okuyan bir kimseye “sen arab
değil misin?” demektedir. Eğer bu, bir şeye delalet ediyorsa,
el-Kummi’nin rivayetine göre, Ebu Abdillah Cafer’in Arab lügatını
bilmediğini delalet eder.
Bunun
da manası, onun, Arabların “el-muakkıb” kelimesini, “birisinin
arkasından gelen” ve tekrar tekrar gelen” kimse olarak iki anlamda
kullanıldıklarını bilmediğinden dolayı, Arab olmadığıdır. Burada
el-muakkıb kelimesi ikinci anlamda kullanılmıştır; nitekim şair
Lebid’in şu beyiti de bunu doğrular:
“O,
kızarak gecenin karanlığında hareket etti; Hakkı gasbedilen muakkıb,
gitti geldi hakkını istedi” yani tekrar tekrar, döndü durdu. Selame b.
Cendel şöyle der:
“İlk gazveye iştirak edemeyince, diğer gazverelere katıldı”, yani daha sonraki gazveleri kaçırmadı
Aynı
şekilde o, “min emrillah” lafzındaki “min” harfi cerrinin de manasını
bilmiyor. Burada “min emrillah”, “bi emrillah” manasında
kullanışmıştır; çünkü “min” iki manada kullanılır: Bunlardan birisi de,
“ba” manasıdır. “Min” in bu anlamda kullanıldığına dair Arab dilinde
pek çok örnek vardır.
El-Kummi, “vecalna lil-müttakine imama” (Bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder yap)
ayetiyle ilgili olarak şöyle der: “Bu ayet, bu şekilde Ebu Abdillah’ın
yanında okundu. O, onlar, yüce Allah’tan kendilerine imamlar yapması
gibi büyük bir şey istiyorlar, dedi. Ona, bu nasıl olur, Ey Allah
Resulü’nün oğlu denilince de, “Allah bu ayeti ‘vecal lena
minel-müttakine imama’ (Bizim için müttakilerden önder yap) şeklinde
nazil etti, cevabını verdi.
El-Kaşi,
es-Safi adlı tefsirinde bu rivayeti zikrettikten sonra “ve fil cevamı
ma yekrabu minhu” ibaresini ekler, Ahmed b. Ebi Talib et-Tabersi,
el-İhticac’ındai El-Kaşi de, Es-Safi adlı tefsirinde, Tabersiden naklen
aşağıdaki rivayeti zikreder: “Bir zındık Hz. Ali’ye gelerek bir takım
sorular sordu. Hz. Ali bazı ayetleri tefsir ederek cevabında şöyle
dedi: Onlar, Kuran’da halifenin kim olduğunu gizlemek için, Allah’ın
söylemediği şeyleri var gösterdiler; akla uygun olmadığı ve çirkin
olduğu aşikar olan şeyleri ona ilave ettiler. Senin en açık
görebileceğin akla uygun olmayan husus Allahın şu ayetlerindedir : “Ve
in hıftum ella tuksitu fil yetama fenhiku ma ta be lekum minen nisai…”
(eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara
haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka
kadınlara…evlenin) (Nisa: 4/3). Bu husus, daha önce münafıkların,
Kuran’dan bazı şeyler çıkardıklarından bahsedilirken geçmişti. Buradaki
“fil yetama” ibaresi ile “fenkihu” yani kadınların nikahlanması
meselesinde yer alan, Kuran’ın üçte birinden daha fazla olan hıtab ve
kısalar çıkarılmıştır.
Kuleyni,
el-Kafi’sinde, Ebu Basirden, Ebu Abdillah’ın “men yutı’ıllahe ve
resulehu fakad faze fevzen azima” (kim Allah’a ve Peygamberine itaat
ederse, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur) (Ahzab 71) ayetinin
“men yutı’ıllahe ve resulehu fi velayeti Aliyyin vel-eimmeti badehu
fakad faze fevzen azima” (Kim, Ali’nin ve ondan sonraki imamların
velayeti hakkında, Allah’a ve Resulüne itaat ederse, şüphesiz büyük bir
kurtuluşa ermiş olur.) şeklinde nazil olduğunu söylediğini nakleder.
El-Kaşi,
tefsirinde, “Ya eyyühennebiyyu cahidil küffara vel münafıkıne” (Ey
peygamber! İnkarcılarla iki yüzlülerle savaş) (Tevbe 73) ayetinin, Ehli
Beyt’in, kıratında “Ya eyyühennebiyyu cahidil küffara bil-minafıkın”
şeklinde olduğunu söyler”
Bütün bu rivayetlerin en garibi Abdullah b. Sinan’ın, Ebu Abdillah^tan naklettiği şu rivayettir: Ebu Abdillah <> (And olsun ki daha önce adem’e ahd vermiştik., fakat unuttu) (Taha: 20/115), ayetinin Hz. Muahmmed’e <>
(and olsun ki, kelimlerden önce, Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin
ve imamlar hakkında ahid vermiştik; fakat unuttu) şeklinde nazil
olduğunu söylemiştir.
El-Kummi, <> (bir ümmetin diğerlerinden daha çok olmasında ötürü..) Nahl:16/92) ayetini Cafer b. Muhammed as’ın <<> şekilne okuyoruz denildiğinde de, yazıklar olsun <> nedir, dediğini ve eliyle bu kelimenin çıkarılmasını işaret ettiğini söyler
Bu
gibi daha bir çok misal olmakla beraber biz bunları zikretmeyi yeterli
gördük. Görüldüğü gibi Şiiler hiç şüphe edilmeyecek şekilde Kuranın
tahrif olduğuna inanmaktadırlar. Bu şekilde inanmalarının sebebi ise
birden çok olmakla birlikte en önemli nedeni Şianın İmameti usulü
dinden saymasına rağmen Kuranda bunla ilgili en ufak bir delilin bile
olmamasıdır. Bu konuyu inşallah ayrı bir makale de ele alacağız…